21.01.2011

Tasvire Şayan Çocukluğum IV: İnsan Yaşadığı Yere Benzer

Zamanın evvelinde ediplerden bir edip şöyle demiş:
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Bir dönüşün arifesinde ben de diyorum ki: Rumeli’yim ben. Toprağıyım, suyuyum. Toprağında biten ayçiçeği, suyunda yüzen balığıyım. Ve şimdi köklerimin hala toprağında saklı olduğu Rumeli’ye, su gibi geri dönüyorum. Bir gün seni de alıp götüreceğim, elinden tutup. Nereye gittiğimizi söylemeyeceğim, anlayacaksın heyecanımdan, yüzümdeki çocuksu sevinçten. Sana Rumeli’yi doğduğum köyü anlatacağım, yani beni. Diyeceğim ki:
Ben işte bu köyde doğdum, sakızköy. Adına sakız diyorlar, ben ciklet diyorum. İşte bu yaşadığım ev, gökyüzü çivit mavisine dönerken annemin beni çağıran sesi ve ‘’hayat’’ında yemek yediğimiz ev. İşte bu o dut ağacı, tepesine iki odadan ve tuvaletten oluşan bir ev yaptığımız dut ağacı. Altında nice sevgililer buluşurdu. İşte bu da o sevgilileri izlediğim ahırın çatısı. Güneşin tüm sıcağını çeken, ayaklarımı yakan yine de üzerinde hafiyelikten zevk aldığım o çatı… İşte! Ahırın önündeki yalak; benim serinlemek için içine girdiğim ama yosunlaşan tabanına bastığım gibi toptan baştan aşağı suya gömüldüğüm yalak-annem görse ne yapardı bilemiyorum-. İşte bu da annem den kaçıp elbiselerimi değiştirdiğim kömürlüğümüz. Aynı zamanda bir köşesinde tavşan beslediğim o kömürlük. Sonraları öğrendim dişi tavşan beslemek uğursuzluk getirirmiş. Uğursuzluğu bilmem ama gelincikleri çekerdi. Gelincik nedir bilmezsin belki, karnı doymadıkça ve tatmin olmadıkça bir eve dadanır tavuk, tavşan ne varsa götürür. Tavuk demişken, işte bu da kümesimiz, hemen ahırım önünde… Yeni yeni anlıyorum tavukların niye buraya yumurtlamadıklarını. Son derece pisti ve tavuklar için rahatsız. Benden başka da kimse girmezdi oraya. İşte bu yüzden çocukluğumun çoğunu üç numaraya vurulmuş kafayla geçirdim. Tavuklar da haklı . Ve akıllılardı da ben bir türlü akıllanmadım. İşte bu erik ağacı, yabani erik; babaannemin bizi türlü bahanelerle kandırıp toplattığı erik ağacı… Marmelâdını içerdik kış olduğunda. Her yaz sonunda bir kışlık erzak telaşı kaplardı annemi ve babaannemi. Sadece marmelât olsa iyi; erişte, kuskus, reçel, çeşit çeşit turşu ve konserve. Zaman zaman da sütün fazlasıyla ya tereyağı döverdik ya da peynir yapardık… Şimdilerde bile sadece benim değil kardeşlerimin de dilinden düşmeyen o peynir… Bir de babaannem ekmek attığında fırına değme keyfimize…
Yaz ayları evde böyle geçerdi işte… Dışarıda ise başka güzel… Dışarıda demişken seni bakkal kamber ağanın dükkânına götüreceğim. Diyeceğim ki; işte burası da rahmetli kamber ağanın dükkânıııı. Bize en yakın dükkândı ama içinde çok da bir şey yoktu maalesef. Kamber ağa, rahmetli, diğer açılan bakkalların hızına bir türlü yetişemedi. Toptancılar çok uğramazdı zaten. O her hafta şehre gidip kendi alacağını alır, köye gelirdi. Sırtında bir çuvalla bizim evin önünden geçer bakkala dönerdi. Yine de oraya giderdik genellikle, hemen yanından akıp duran derenin ve bakkalın önünü kaplayan ağaçların bunda payı büyüktü. Serin olurdu hep dükkânın önü. Akranlarımla orda buluşurduk hep. Piknik yapardık o derenin yanında. Basit mütevazı piknikler… Domates salata ve o peynirler… Akranlarımla değilsem abimle balığa giderdim. Seni o dereye de götüreceğim, işte bu da ilk balığımı tuttuğum dere diyeceğim. Sonra sana o balığın renginin ne kadar güzel olduğundan ve büyüklüğünden, onu tutana kadar kaç kurbağa ve kaplumbağa tuttuğumdan bahsedeceğim… Belki balık tutmayı da öğretirim… Oltanın hangi ağaçtan daha iyi yapılacağından, sapanın nasıl ve hangi ağaçtan daha iyi yapılacağından bahsedeceğim. Bir leyleği bir sapanla vurmayacağımı nasıl tecrübe ettiğimden, kabaktan nasıl araba ve halloween yaptığımızdan-bunun halloween olduğunu sonradan öğrenecektim-geceleri düğünlerden dönmekte olan kadınları nasıl korkuttuğumuzdan bahsedeceğim, anneme ve gelen misafirlerin oturması için nasıl iskemle yaptığımı, inekleri nasıl tımarladığımı, ilk başlarda altlarını temizlerkenki tedirginliğimi, bir inekten nasıl süt sağılacağını, bir tavuğun nasıl gorka yattığını ve civcivin yumurtadan çıkışını anlatacağım… İşte diyeceğim… İşte ben, işte Rumeli…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder