24.10.2011

Tasvire Şayan Çocukluğum VII: Halam

Çocuklar herkesi sevemez bilirsiniz. İstenmeyen tek bir hareket, tek bir söz çocukların nefretini en azından uzaklığını kazanmak için yeter de artar bile. Kendi çocukluğumdan biliyorum. Ben de sevememdim bilumum akrabalarımı. Gürbüz bir çocuk olduğumdan olacak beni her gördüğünde güreş tutmaya çalışan amcamdan o vakitler kaçar oldum. Beni tek bir sefer bile şaşırtmadı bu isteğinden ötürü. Zamanla kaçar oldum kendisinden. Lakin kaçtığınız insan sizin öz be öz amcanızsa pek mümkün değil uzak kalmak. Amcamla son kez güreşmek zorunda kaldığım gün sabrımın taştığı gündü. Yakalanmıştım. Üstelikte diğer amcam da katıldı eğlenceye. Tüm o kızarıp köpürmelerime alınganlıklarıma utangaçlıklarıma kayıtsız kaldığı içinse hep küskün kaldım babama. Neyse  o  gün sabrım son raddesindeydi. Madem kaçamıyordum birşeyler yapmalıydım. Bazen uçurumdan atlamaktansa birilerini itmeyi düşünmeli insan. Öyle yaptım. Amcamı bir uçurumdan atarcasına gerindim, tüm gücümü kollarımda topladım ve hamlemi yaptım. Devirdim amcamı. Eğer arkasında bir uçurum olsaydı çoktan yuvarlanmıştı aşağı. Büyük bir haz almıştım. O vakte kadar kızaran ensemin ağrıyan kemiklerimin acısını dindirmiştim tek seferde. Acıyan oydu bu sefer. O günden sonra hep güreşelim diye bekledim ama yanaşmadı amcam. Biryerlerinin yaralanmasından korktu sanırım. Yada kızdığımı idrak etti sonunda.

Sadece amcam olsaydı bu kadar zor bir çocukluk geçirmezdim. Eğer kilolu bir çocuksanız bir de sevimliyseniz aile toplantılarında tek konuşulan konu bu olur. Bir oturuşta ne kadar yediğinizden, kilo vermeniz gerektiğinizden, poponuzun büyüklüğünden, bir o yana bir bu yana nasıl sallandığından bahsedilir. Siz de sabırla dinlersiniz. Onlar büyüktür çünkü. Onlar amcanız, yengeniz, teyzeniz, ve onların çocuklarıdır. Kaç kere sofradan ağlayarak kalktığımı, boğazıma düğümlenen lokmaları sayamadım. Tüm bunlar aşağılayıcı değilmiş gibi çeşitli lakaplar da bulunur bazen; dana, bok çuvalı, sakızköy boğası vesaire vesaire.

Yine de sevdiğim akrablarım vardı.Biri halamdı. Artık aramızda değil. Hiç olmadı zaten.Hep ötelendi. Halamla benim en büyük ortak yanımız buydu belki. Kendi çocuğu tarafından dili kesilmeye yeltenilmiş, kız çocukları zaten evlenip evinden uzaklaşmış ve ayyaş kocası tarafından para bulmaya zorlanılmış halam ve az önce dilim döndüğünce anlattığım ben için en sevdiğimiz insanlardık belkide bu koskoca sülalede. Halam beni niye severdi bilmiyorum. Sevimli sarışın bir çocuktum ondandır belki. Ya da onu sevdiğimi bilmesindendir. Bense halamı beni olduğu gibi sevmesinden ötürü severdim. Hiç unutmam bir gün evimize geldiğinde sevincimden sofradan kalkmıştım. Ne tuhaf. Gücenmeden ağlamadan hem de. Sevincimden öyle hızlı atlamışım ki kucağına o yaşlı vucudunu deviriverdim. Ben ne kadar üzülsem de bu durum karşısında o seviniyordu, gülüyordu hatta uzandığı yerden. Sevildiğini biliyordu kanımca. Halacım benim. Yine olsa yine hiç yakınmazdın eminim.

Halamın alçak kerpiçten evi hep masalsı gelirdi bana. Her fırsatta buraya koşardım. Ömrünü hayvanları otlakmakla,hayvanların pislikleri temizlemekle geçirdiğinden  ve evinin temizliğine pek vakit ayıramadığından kimse kapısını çalmazdı. Pis bulurlardı halamı. Bunu çocukken idrak etmiş değildim. Ölümünden seneler sonra anneme bundan dert yandığını yine annemden öğrendim. Annem de bizim sülalenin kibirli büyükleri tarafından ötelendiğinden olacak, halamla annem de birbirlerini gayet iyi anlarlardı. Zaten tüm sülaleye kırılmış halam bir tek bize gelirdi. Bacağında şalvarı, üstünde eski, solmuş hırkası ve illaki hırkasının cebinde benim için getirdiği birşeylerle. Genelde meyve olurdu. Benim gibi kilosundan çokça çekmiş, lokmaları sayılmış bir çocuk için ne güzel bir hediyedir tahmin edersiniz umarım.

Halam hep yalnızdı. Ve ölümü de yalnız oldu. Birgün o iki odalı kerpiç evinden çıktı ve gelmedi. Ölümünü eve kendi başına dönen eşeği bildirdi bizlere. O vakte kadar hep beraber dönmüşlerdi sayadan ama bu kez yalnız dönmüştü. Ve halam evine getirildiğinde yine eşek vardı kapısı olmayan bahçenin girişinde. Durmadan anırdığını hatırlıyorum. Tüm ağlayan çocuklarına kibirli akrabalarına ‘’susun,ne yüzle ağlıyorsunuz dercesine’’. Yine de insanlar ağlamaya devam ediyordu. Ben o anda ne yaptığımı pek hatırlamıyorum. Ölümün soğukluğuyla ilk defa tanışmıştım. Normalde orada olmama izin vermezlerdi ama halamı nasıl sevdiğimden söz dinlemeyeceğimi de biliyorlardı sanırım. İnsanları izliyordum. Kolonyalı su içmeye çalıştırılan kızını ve halamın naaşını yıkamak için ısıtılan suları kazanları, kızının ölümüne şahit olan babaannemin ağlayışını izliyordum. Ben ağlamadım. Ölümün ne olduğunu pek anlayamıyor insan ilk kez tanışınca.

Şimdi halamın çektiği acıları düşününce halamın yaşamış olmasını istemek bencillik olur diye düşünüyorum. Ama yaşasıydı eğer elimden geleni yapardım cebinden çıkarıp verdiği meyveler ve gönlünden çıkarıp verdiği sevgisi için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder