3.11.2011

Belki de Sonuncusu

Nasılsın,

Sana ‘’nasılsın’’la başlayan ve ‘’Allah’a emanet ol’’la biten bir mektup yazmak istedim. Umarım sonunu getirebilirim. Çünkü sana şiirler yazmaya alışkınım; mektubun şiire dönüşmesinden korkarım. Senden önce de şiir yazdıysam da senin kirpiklerini ilk şiirlerim olarak sayıyorum. İnsan umursar mı hep aynı göz ve kirpikleri? Umursuyor. Tam bu noktada kirpiklerinden öpüp mektubuma başlamak istiyorum.

İçimin güler yüzü, dostane kadını seninle dertleşeceğim bu mektupta. Gerçi bu mektubu sana yazarken beynim ne tür girişimler içinde bilmiyorum. Garip bir çocuğn delirme saatlerindeyim.  Hiç istemesem de her zaman olduğu gibi yine aklını karıştıracağım belki.

Benim aşkım yanlıştı biliyorum. Güzel bir şarkıdaki yanlış bir nota gibi durdu. Hiç beklemediğin bir vakit karşına çıktım Ankara’nın aniden bastırıveren yağmurları gibi. Ve birgün dindim ve gittim. Hani sana derdim ya kendimi arıyorum diye. Uzun konuşmalar yapmıştık üstüne. Ben kendimi bulamadım hiç. Kendimi bulduğumda sana da gelecektim. Mevsimler gibiyim  ben. Mevsimler gibi değişken. Seninle tanıştığım o günlerde ise bazen üşüyordum bazen de ağaç yaprakları gibi baharlara öykünüyorum. Dönemeçler geçiyordu ömrümden. Köprülerden atlıyordum. Cesaretli konuşmalar yapıyordum bazen. Bazense susuyordum bir kış gibi soğuk ve sert. Çok sonraları farkettim bu soğuk konuşmaların seni ne denli dertli bıraktığını. Affet, ben bilmiyordum aşkı, aşık olmayı. Sen belki beni büyütmeye çalıştın kendi kırık kalbime öğütler sallık verirken. Küçücük kız adımlarınla koskoca adama yürümeyi öğretmeye çalıştın. Ve diline şerbet katıp da anlatmaya çalıştın aşkı. Dinlemek güzeldi seni. Yine de anlamamakta direndim sanki seni. Bir gün gözlerim gözlerine değse bir uçurum olur mu acaba yüzün. Kirpiklerin bir gün beni gerçekten bağışlayabilir mi şiirlerin hatrına? Yokluğumda kışın soğuğuna ve onca acıya düşmüş ellerin bağışlayabilir mi beni? İncinmiş çiçeğin yine kaldırabilir mi yüzünü yağmusuz günlere? Islan istemem her ne kadar su yürekli olsan da, yağmur giyinsen de üstüne. Doğa ve kader boş durmayacak biliorsun. Eski günlerdeki gibi ince yağmayacak belki ama  yağmur yine yağacak. Ve belki de içini hep ağlatacak ve hep seslenecek uzaklardan sana. Bana da elbette. İncinen ılık bir zamandan pırıl pırıl bir rüzgar getirecek, kavuniçi bir kız eli getirecek. Dünyadaki tüm çocukların ellerini, sardunya ve menekşe kokularını, yüzüne vuran ikindi güneşini, sabahları çarşıya çıkan gencecik kızı...Ankara’yı getirecek bana, sokaklarını ve parklarını. Ankara nedir ki? Cigara dumanları arasında kalmış kocaman sevimsiz bir şehirdi ilk zamanlar. Eğer sen olmasaydın sever miydim sanıyorsun o gazete ilanlarını, o ışıklı reklâm panolarını, pis kokulu parfümlü caddeleri? Bu kadar alışır mıydım tütüne ve şiire, ya Cemal Süreya ya?

Aşkı bilemediğim gibi düşlediklerimin düşündüklerimin neresindesin hala bilmiyorum. Şimdi buralarda yine yağmurlar yağıyor ılık ılık fakat sana gelirsem bir gün, hangi mevsim yaşanacaktır hiç bilmiyorum. Hiç bilemedim ki zaten. Bu bilinmezliklerle kaç gece, kaç mevsim geçer, hiç bilmiyorum. Kaç şiir yazılır, aşk daha kaç mevsim ertelenir, hiç bilmiyorum.
Hoşçakal demiyorum. Sadece Allah’a emanet ol.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder