Nasılsın,
Sana ‘’nasılsın’’la başlayan ve ‘’Allah’a emanet ol’’la
biten bir mektup yazmak istedim. Umarım sonunu getirebilirim. Çünkü sana şiirler
yazmaya alışkınım; mektubun şiire dönüşmesinden korkarım. Senden önce de şiir
yazdıysam da senin kirpiklerini ilk şiirlerim olarak sayıyorum. İnsan umursar
mı hep aynı göz ve kirpikleri? Umursuyor. Tam bu noktada kirpiklerinden öpüp
mektubuma başlamak istiyorum.
İçimin güler yüzü, dostane kadını seninle dertleşeceğim bu
mektupta. Gerçi bu mektubu sana yazarken beynim ne tür girişimler içinde
bilmiyorum. Garip bir çocuğn delirme saatlerindeyim. Hiç istemesem de her zaman olduğu gibi yine
aklını karıştıracağım belki.
Benim aşkım yanlıştı biliyorum. Güzel bir şarkıdaki yanlış
bir nota gibi durdu. Hiç beklemediğin bir vakit karşına çıktım Ankara’nın
aniden bastırıveren yağmurları gibi. Ve birgün dindim ve gittim. Hani sana
derdim ya kendimi arıyorum diye. Uzun konuşmalar yapmıştık üstüne. Ben kendimi
bulamadım hiç. Kendimi bulduğumda sana da gelecektim. Mevsimler gibiyim ben. Mevsimler gibi değişken. Seninle tanıştığım
o günlerde ise bazen üşüyordum bazen de ağaç yaprakları gibi baharlara öykünüyorum.
Dönemeçler geçiyordu ömrümden. Köprülerden atlıyordum. Cesaretli konuşmalar
yapıyordum bazen. Bazense susuyordum bir kış gibi soğuk ve sert. Çok sonraları
farkettim bu soğuk konuşmaların seni ne denli dertli bıraktığını. Affet, ben bilmiyordum
aşkı, aşık olmayı. Sen belki beni büyütmeye çalıştın kendi kırık kalbime
öğütler sallık verirken. Küçücük kız adımlarınla koskoca adama yürümeyi
öğretmeye çalıştın. Ve diline şerbet katıp da anlatmaya çalıştın aşkı. Dinlemek
güzeldi seni. Yine de anlamamakta direndim sanki seni. Bir gün gözlerim
gözlerine değse bir uçurum olur mu acaba yüzün. Kirpiklerin bir gün beni
gerçekten bağışlayabilir mi şiirlerin hatrına? Yokluğumda kışın soğuğuna ve
onca acıya düşmüş ellerin bağışlayabilir mi beni? İncinmiş çiçeğin yine
kaldırabilir mi yüzünü yağmusuz günlere? Islan istemem her ne kadar su yürekli
olsan da, yağmur giyinsen de üstüne. Doğa ve kader boş durmayacak biliorsun. Eski
günlerdeki gibi ince yağmayacak belki ama yağmur yine yağacak. Ve belki de içini hep
ağlatacak ve hep seslenecek uzaklardan sana. Bana da elbette. İncinen ılık bir
zamandan pırıl pırıl bir rüzgar getirecek, kavuniçi bir kız eli getirecek. Dünyadaki
tüm çocukların ellerini, sardunya ve menekşe kokularını, yüzüne vuran ikindi
güneşini, sabahları çarşıya çıkan gencecik kızı...Ankara’yı getirecek bana,
sokaklarını ve parklarını. Ankara nedir ki? Cigara dumanları arasında kalmış
kocaman sevimsiz bir şehirdi ilk zamanlar. Eğer sen olmasaydın sever miydim
sanıyorsun o gazete ilanlarını, o ışıklı reklâm panolarını, pis kokulu parfümlü
caddeleri? Bu kadar alışır mıydım tütüne ve şiire, ya Cemal Süreya ya?
Aşkı bilemediğim gibi düşlediklerimin düşündüklerimin
neresindesin hala bilmiyorum. Şimdi buralarda yine yağmurlar yağıyor ılık ılık
fakat sana gelirsem bir gün, hangi mevsim yaşanacaktır hiç bilmiyorum. Hiç bilemedim
ki zaten. Bu bilinmezliklerle kaç gece, kaç mevsim geçer, hiç bilmiyorum. Kaç şiir
yazılır, aşk daha kaç mevsim ertelenir, hiç bilmiyorum.
Hoşçakal demiyorum. Sadece Allah’a emanet ol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder