Kuvveti | Kara Kuvvetleri Komutanlığı |
Sınıfı | MUHABERE |
Statüsü | Kısa Dönem Er |
Branşı | - |
İlk Katılışını Yapacağı Sınıf Okulu / Eğitim Merkezi |
MEBS Okl. ve EM K.lığı MAMAK ANKARA |
İlk Katılışını Yapacağı Tarih | 12.12.2011 |
Temel Eğitimini Müteakip Katılış Yapacağı Esas Birliği/Görev Yeri |
4'üncü Kor. Mu. Bl. K.lığı MAMAK ANKARA |
10.12.2011
Askere Gitti Gelcek
9.12.2011
Mavi Gök Orda mı?
mavi gök orda mi
bakıyorsun kuşlar
hazır
sokak lambaları yanık unutulmuş
bir kadıköy vapuru hınca hınç insan
çok geçmeyecek
martılar beyhude turlar atacak
kıyılar lağım konserve kutuları
mısır koçanları
sevgi aranabilir yine
korkusuzca say koskoca kederlerini
bir kuyu bulunabilir
aklımdan çıkmıyorsun
sen hala dizüstü
bunca anıyı besleyerek
sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle
mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla
görür gibi olarak açıp baktığımı
bense şöyle diyorum:
buradan bir acı kanamış boyuna
kuşlar hazır
öncü havalanmak üzre
şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar
o vapur hala hınca hınç
kimbilir herbiri hangi dünyaya sağır
çok geçmez aradan
kadınlar kapı önlerinde
ellerinde meşalelerle
aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları
yorgun bir sarıyla ben de
geçeceğim önlerinden
aklımdan çıkmıyorsun dedim
başka türlüsünü yorgunum anlatmaya
telefonlar yan hücrede çalışıyor
bense kurşunî bir dere
ağaçlar hayvanlar bile kaygılı
onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar açılarak
yapayaşlı bir rum kadın
herşeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı
haydi koşayım diyorum belki dağılır
koşuyorum
sancağımda kendi rüzgarımla ölgün kıpırtılar
hayır daha sevgili daha sevimli değil
ne başka bir gün ne başka bir zaman
çok geçmeyecek aradan
şöyle diyeceğim:
bulutlar açmadı
mavi gök orda mı"
Kalanlar
Göğsümü yalayan gül alevinden
Silinmez izler kalır.
Gökte bulutla oynayan çocuk
Öksesine yıldız çakan melek kalır.
Akşam üstüler ki çöker kıyıya
Toplanmış halatlar yığılmış zincirler kalır.
Yapraklar dağılırken saçlarından
Denize atılmış çelenk kalır.
Duvarda gölgeler öyle ıpıssız
Hücremde kırılmış ekmek
Ve bir kuru ağaç kalır.
Uçsuz bir dinleyişle dinle
Üstlen çöllerdeki rahmeti
Ey gürleyen yalnızlığımız
Yolumuzu gözleyen
Toprağa girdiğimiz vakit
Uğultulu derinlikler kalır.
Duy unutuş rüzgârının
Açtığı son kapı benim
Çekilince kalbimin suları
Geriye senden başka ne kalır.
Havf u Reca
Yokluğunda senin
Sanki kunduralar rehin hep
Bir güz mevsimine
Ayaklarım yalındır
Etim yapışır bastığım yere
Paltom hiç olmamış gibi
Ceplerim de
Ellerim üşür
İçim üşür
Yaprak olur düşer yüreğim
Kanatları kırılır
Ufacık rüzgarlarda
Korkarım ölürüm diye de
İhtiyar eylerim
Can havli ile kaçmaktan
Varlığın
Uzakta
Uzakta bir ateştir
Zerdüşt yanım tutar da
Mülteci olurum cehennemine
Sana koşarım uzaklardan
Cennete koşar gibi
İnançla ve iştahla
Havf u reca
8.12.2011
Dead Poets Society
” Hayatın iliğini somurmak demek (carpe diem) kemiği boğazına kaçırmak demek değildir. Akıllı insan ne zaman duracağını ne zaman adım atacağını bilmelidir.”
''Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.''
“Bu dünyanın kölesi değil efendisi olmaya geldim.”
Keating: Bay Pitts, neredesiniz? Kitabını sayfa 542′ye aç. Şiirin ilk dörtlüğünü oku.
Pitts: Vaktini İyi Değerlendiren Bakireler mi?
Keating: Evet, o şiir. Size uygun değil mi?
Pitts: “Henüz vaktin varken tomurcukları topla.
Zaman hala uçup gidiyor.
Ve bugün gülümseyen bu çiçek,
yarın ölüyor olabilir.”
Keating: Sağ olun, Bay Pitts.
“Henüz vakit varken tomurcukları topla.” Bu duygunun Latince ifadesi, Carpe Diem. Ne demek olduğunu bilen var mı?
Meeks: Yaşadığın günü kavra.
''Aptalca hayaller peşinde koşmayan bir kalp gösterin, ben de size mutlu bir insan göstereyim''
Keating: Yaşadığın günü kavra!
Henüz vakit varken tomurcukları topla. Yazar bunu neden yazmış?
Öğrenci: Acelesi var.
Keating:Bilemediniz. Ama önemli olan yarışmaktı. Çünkü hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar! Buna ister inanın, ister inanmayın, her birimiz bir gün nefes almayı kesecek ve öleceğiz. Şimdi öne doğru bir adım atın. Ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin. Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız. Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler. Sizler gibi yenilmez hissediyorlar! Dünya onlar için bir istiridye. Çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar. Sizler gibi gözleri umutla dolu. Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar? Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu. Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Yaklaşın. Dinleyin! Duyuyor musunuz? Carpe… Carpe… Carpe Diem… Yaşadığınız günü kavrayın, çocuklar. Hayatınızı olağandışı yapın!
Neil: Eğer biz gölgeler haddimizi aşmışsak, her şeyin tatlıya bağlandığını düşünün. Aslında bu görüntüler oluşurken, siz kazara burada bulundunuz. Bu zayıf ve garip tema, bir rüyadan başka bir şey olamaz. Baylar, hemen üzülmeyin. Siz affederseniz, her şeyi düzeltiriz. Çünkü ben dürüst Puck’ım. Ve haksız yere şanslıyım. Şimdi ejderin dilini kazıyacak her şeyi tatlıya bağlayacağız. Aksi halde, Puck’a yalancı deyin. O yüzden hepinize iyi geceler. Bana elinizi verin dost olalım. Ve Robin her şeyi tatlıya bağlasın.
Gidiyorum Kalabalık ve Yalnız
Gidiyorum sevgili
Dün kadar bellidir
Yarın kadar yakındır
Yine mi diyeceksin sevgili
Evet yine
Gidiyorum
Sesimi kimselerin bilmediği bir şehre
Ve arkamda
Sarışınlığımdan yoksun
Kopkoyu bir şehir
Selamımdan mahrum
Gülüşünü sakla sevgilim
Düşlerinde sula
Bir de daha çok zamanımız var diye
Yamadığımız şiirleri ellerinde
Geceleri sakla sevgidim
Geceleri gözlerinde
Mesela
Süreceğim ben
Bırakmama izin vermedikleri sakallarımı
Karanlığın bağrına
Hissedeceksin kavuniçi teninde
Gidiyorum sevgili
Hep kalabalık
Hep yalnız
Kalabalıklar içinde hep bir eksik
Güneşle Portakallar Arası
Güneşle portakallar arası |
Mutlu Aşk Yoktur
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur
Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur
Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur
Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur
Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da
7.12.2011
Sessizce
Sessizce büyüdü çocuk
Bir tezgah başıydı
Eller biriktirdi kendine
Ayaklar biriktirdi
Yüzler edindi çeşit çeşit
Ve tastamam bedeni, çıktı evimden
Sessizce geçti köyünü
Köprüler geçti sonra sular üstünden
Biraz soluklandı bir yol ayrımında
Bir yağmur yağdırdı vakitli vakitsiz
Daha da büyüdü
Unutacak kadar dünü
Yoruldu sonra çocuk
Yastık yapıp kendisine
Bir nar ağacının taştan gölgesini
Öldü belki sessizce
Dönüp yüzünü kıbleye
Leyla
Yanıldım diyorum
Belki yıldızlar yanılttı
Yıldızlar
Gözlerin
Leyla
Düşecekti
Geceye inat
Düşmedi
Kim bilir
Belki de bu yüzden
Çok bildik hüzünler
Taşıyorum gözlerimde
Leyla
Baktığın kara
Giydiğin gece
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz,
Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Desem ki
Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini.
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını.
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini.
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
6.12.2011
Sualsiz Sorgusuz
Oysa ben kimseye bahsetmedim senden
Seni sordular
Kilitledim dudaklarımı
Kendimden bile sakladım seni
Sadece rüyalarımda ağırladım seni
Gecenin karanlığında
Yolumu bulamadım
Ğöğsüne çıktı yolum
Sonra günaha çarptı dudaklarım
Ve elbette zebaniler de
Gövdeme çöreklenecekler bir zaman
Bana günahlarımı soracaklar
Görevleri o dur
Ama bilmiyorum
Bana günahlarımı soranlara
Senden mi bahsedeceğim
Yoksa günahlarımdan mı
Düşünmedim ki ben
Beyaz göğsüne gömülürken her gece
Bir gün kara toprağa da gömüleceğimi
Günahımdın sen kadınım olduğun gibi
Islık Çalmak
Balıklar için deniz lazım
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını
Zengin olmak lazım
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını
Zengin olmak lazım
Oysa ıslık çalmak için
Bir şey lazım değil
Bir şey lazım değil
Annabel Lee
Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
İsmi; Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee
Göklerde uçan melekler
Kıskanırlardı bizi
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde
Üşüdü bir rüzgarından bulutun
Güzelim Annabel Lee
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni
Mezarı oradadır şimdi
O deniz ülkesinde
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskanırdı bizi
Evet! Bu yüzden "Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi"
Bir gece rüzgarından bulutun
Üşüdü gitti Annabel Lee
Sevdadan yana kim olursa olsun
Yaşca başca ileri
Geçemezlerdi bizi
Ne yedi kat göklerdeki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Hiç biri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee
Ay gelir ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee
Orda gecelerim uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni...
5.12.2011
Sokrates'in Bilgeliği
Sokrates, bilgelerin bilgesi olarak bilinir. Sokrates yaşadığı
zamanda diğer insanlarda pek de olmayan bir farkındalığa sahipti. Bu farkındalığı
insanlar arasında yaymayı ulvi bir görev bildi. Ölmeyi göze aldı ve bu uğurda
öldü. Bu farkındalığı ele alacak olursak, Sokrates’in insanların en çok farkında
olmasını istediği şey, bilginin insanoğlunda doğuştan varolduğudur. Ona göre zaten
varolan bilgi sonradan kazanılamaz fakat doğru yönlendirildiğinde açığa
çıkabilir. Buna en güzel örnek, Sokrates’ten derin etkilenen Platon’un yazdığı söyleşi tarzındaki ‘’Meno
diyaloğu’’dur. Bu diyalogda meşhur Meno paradoxu ele alınmıştır. Eserde Sokrates ile Menon "erdem öğretilebilen
bir şey mi?" konusunda sohbet ederler. Sonra Sokrates "gel beraber
bulalim ikimiz de bilmiyorsak eger" der.Meno diyalogda sadece "eger
bilmiyorsan ne oldugunu nasil arayacaksin ve bir sey buldugunda onun aradigin
sey oldugunu nasil anlayacaksin?" diye iki soru sormustur. Sadece iki soru
oldugu icin ve icinde bir yargi cumlesi olmadigindan aslinda paradoks olarak
adlandirilamaz meno'nun burada soyledigi sey. asil paradoksu oluşturan socrates
olacaktır. "bildigin bir seyi ogrenmeye calisman gereksiz, bilmedigin bir
seyi ogrenmeye calisman ise imkansizdir"sözüyle. Daha sonra Sokrates ögrenmenin
sadece ‘’recollection'’olduğunu söyler, yani ‘’hatırlatma’’. Bu iddiasına
ispatlamak için köle bir çocuğu çağırır. Sokrates, çocuğun pisagor kanununu ispatlamasını,
bir karenin yari alanina sahip bir kare cizdirmesini ister. Çocuk gerilir fakat
Sokratesin soru cevaplarıyla yönlendirmeleriyle başarır bunu, kendi ruhunda mevcut olan
bilgiyi keşfeder. Bu arada Menon öğrenmenin ve erdemin hap gibi yutulan bir şey
olmadığını keşfeder. Sonra köle işine gider, ikisi sohbete devam eder.
Sokrates kendi öğrencilerine bile ders verirken tanımlamalar
yapmaktan kaçınarak sadece sorgulayıcı tavrını takındı. İnsanlara “aslında bir
şey bilmedikleri” farkındalığını onlara doğrudan yada dayatarak değil, sorgulatarak birşeyleri öğretmeye
çalıştı. Şöyle bir örnek vardır tarihte: birgün Sokrates öğrencilerine sormuş:
- Kimdir insan, insan nedir? Öğrencileri; - İnsan iki ayaklı, tüysüz bir
yaratık, demiş. Ertesi gün, pazaryerinden tüyleri yolunmuş bir horoz alıp gelen
Sokrates, canlı hayvanı göstererek sorusunu yinelemiş; - Yani böyle bir şey
midir insan dediğiniz? İşte böyledir Sokrates’in bilgeliği.
Sokrates, Atina’lılar tarafından tanrısızlık ve bilgisini
onlara aşılayarak öğrencisi olan gençleri ve bazı köleleri yoldan çıkarma ile suçlandı.
Yine öğrencisi Platon’un kaleme aldığı “Sokrates’in Savunması”nda Sokrates tüm
bu ithamları yalanladı. Bilgeliği hakkında birşey demedi hatta bilgeliğini
kabul bile etmedi. Ona en bilgin kişi kimdir diye sorduklarında bile Sokrates
sorgulamacı bir tavrını hiç bırakmamış, kendini bilgin sanan diğer kişlerin ne
bildiğini anlamak amacıyla da diyaloglara girmiştir. Herkes kendisinin Atina’da
en büyük bilgini olduğnu söylese de, Sokrates şöyle bir cevap verdi: “Doğrusu,
belki ikimiz de hiçbir şey bilmiyoruz ama ne de olsa ben ondan daha bilginim,
çünkü o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor, bense bilmiyorum ama
bildiğimi de sanmıyorum. Demek ki ben ondan bu kadarcık fazla bilgiye sahibim.
Çünkü, hiçbir şey bilmediğimi biliyorum.”sokrates bunu diyerek kendi
farkındalığını ve diğer bilginlerin aymazlığını gözler önüne koydu.
Ahlak felsefesinin kurucusu olarak bilinen Sokrates şehrin
tanrılarına inanmamakla onların yerine başka tanrılar koymakla ve öğrencileri
zehirlemekle suçlandı ve atina mahkemesi
tarafından zehirlenerek ölüme makhum edildi. Kendisi ölümünden önce bile
bilgeliğine yaraşacak hal tavır içindedir. Ölümünden önce insan ölüyü yıkama
işini başkalarına bırakmamalı diyerek yıkandı ve onurlu ölümünü bekledi. Ölümüyle
ilgili şöyle bir anı da anlatılır: İdam edilmeden önce karısı Xanthippe Sokrates'e
şöyle der:- Ama sen suçsuzsun; suçsuz yere idam ediliyorsun.Sokrates'te buna karşılık
şöyle bir cevap verir:- Be kadın suçlu olarak idam edilmemi mi yeğlerdin?
İşte böyle de onurlu bir adam.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)