30.06.2012

Çocuk((Ol)duk)ça













Ne olurdu biraz çocuk olabilsek
Çaydan denizler kıyısına
Krakerden evler yapsak mesela
Yüreklerimize dokunsak yeniden
İki güvercin yapıp salıversek penceremizden

Hadi gel çocuk olalım
Tanıyan hoş görsün halimizi
Aşk en çok böyle yaşanır


Restless



-Kuşları anlat bana Enoch.
-Ne?
-Şarkıcı kuşlar. Sabahları ne için ötüyorlardı?
-Her gün yeniden yaşadıklarını farkettikleri 
için şarkı söylüyorlar.
-Seninle tanıştığım günden beri her sabah 
şarkı söylüyorum.

Kalbimiz Elimizde


-Geçip giden trenlere taş atarken aklından ne geçiyordu ki?
-Hiç gidemediğim yerler



28.06.2012

Özgeçmiş


Çocukken ressam olmak isterdim. Şehir pazarından boyama defterleri suluboyalar ısmarlardım anneme. Gözlerimi Burgaz minibüslerinin yolcularını bıraktığı köy meydanına dikip sabırsızlıkla beklerdim gün boyu. İnsanın büyüyünce dili varmıyor annesine suluboya ve defter ısmarlamaya. Büyüyünce iş aramamız gerekiyormuş. Ben de bu sebeple iş arıyorum...

Genç oldum, yine ressam olmak istedim ama bu sefer başka şeyler de olmak istedim. Şiir karıştı kanıma; şair olmak istedim. Daktilo istedim. Fotoğraf makinesi istedim. İstedim ama hiç dile getirmedim işte bu yüzden tek bir amaç doğrultusunda dirsek çürüttüm. Madem ressamlık veya yazarlık para getirmeyecekti- öyle demişlerdi çünkü- ben de başka meslekler edinip tüm kazancımı daha iyi bir hayat için harcamalıydım. Daha iyi bir hayat ise benim için resimdi, şiirdi, fotoğraftı, kışların peşinde koşmaktı, muzikti. En güzel yıllarımı bu amaçlar doğrultusunda feda ettim belki, hem neydi? Sevgi emekti...

Biraz daha büyüdüm. İsteklerime yenileri eklendi; seyehat etmek istedim. Çünkü en güzel resimlerin, fotoğrafların ve şiirlerin ancak bir yolculuk esnasında ortaya çıkabileceğini-en azından benim için-gördüm. İstedim ve sadece hayal ettim. Bir sigarayı tüttüre tüttüre uzaklara bakmayı, bir of çekmek ve mantarsız şaraplar içmeyi bu yıllarda öğrendim...

Ama başkalarının ismini dahi duydukları zaman uzunca bir ‘’oooooooov’’ çektikleri bir okuldan hem de kimya mühendisi olarak mezun oldum. Ben adım adım yaklaşırken mezuniyet gününe daha tuhaf bir adam oldum. Yaralarım büyürken onları bir sır gibi saklamayı marifet bildim hep, hüzünlü bir adam oldum çıktım neticede. Kendimi konuşmaktan ziyade resim yaparak şiir yazarak ifade etmeye çalıştım. Daha bir suskun oldum ve daha bir beceriksizleştim insan ilişkilerinde. İlk tanıştığım insanlaara karşı tuhaf bir soğukluğum vardır hala ama hepsi endişedir netice de. Çünkü onlar bilmese de biz tanışmadan önce bile sevmiştim onları. Tüm endişem ve gerginliğim kendimi yanlış ifade etmekti. Hepsi bu.

Şimdi tüm bu anlattıklarımın yanında biri bir ‘cv’ içinde kendimi tanıtmaya çalışmak-hem de yabancı bir dilde- ne kadar saçma geliyor insana. O özgeçmişte ne yazarsa yazsın beni anlatamayacaktır işveren ne kadar kurdu olursa olsun işin. Her özgeçmiş yolladığımda bunları düşünüyorum. Onlar kabuğumu istiyor neticede deyip yolluyorum. Şimdiye kadar o yazdıklarıma nazaran oldukça ‘’ooooooov’’ çekmiş olacaklar ki epey şirket geri döndü. İçlerinden kafama yatan şirketlerle görüşmeye gittim ve korktuğum başıma geldi. Adı üstünde mulakattı ve konuşacaktık. Ama ben konuşamadım işte... Onlar da geri dönmediler.

Yaldızlı ve yıldızlı cv’me tekrar geri dönen bir şirket olursa bu sefer gerçek beni anlatan bir özgeçmiş ile gideceğim. Belki anlamsız bulacaklar ama gerçekten beni anlamaksa niyetleri bu gerekli gözüküyor gibi.




Şimdi bu özgeçmişi sizlerle de paylaşmak isterim.

ÖZ GEÇMİŞ

Benim adım Burhan Koç. Arkadaşlarım bana ‘Kadim’ der ama ben ne kadimim be baki; ben de sizin gibi bir ölümlüyüm...

Çocukken tek derdim resim yapmaktı. Abim bisiklet isterken babamdan, ben boya defterleri,pastel boyalar,sulu ve kuru boyalar isterdim. İşim gücüm güzelliklerin peşinden koşmaktı. Kırları dolaşırdım. Annemin peşinden tarlaya giderdim. Annem olmazsa bir tepeli bir toygar alıp götürürdü beni kırlara. Ağaçlara bakardım uzun uzun, büyük bir bahçem olsun isterdim, her türlü meyveden ağaçlarım...Erik ağaçlarım olsun isterdim, kayısı, şeftali, kiraz, vişne, elma...Ama iğdeyi ve inciri hiç sevemedim niyeyse... Ağaçlara bakmaktan, tırmanmaktan da, yüksekten korkup inememekten çok şeyler öğrendim...O vakitten beri çok yükseklere tırmanmamayı huy edindim. Bir serçe ile beraber yaban mersini yerken keşfettim doğanın güzelliğini, dünyanın bizden başka herkese ve her şey'e ait olduğunu. İşte eğitim hayatım böyle başladı.

İnsanlara yetmemiş olacak ki tüm koşturmalarım ayaklarımın yere basması gerektiğini söylediler ve ayaklarımı sürüye sürüye okullara gittim, okullar bitirdim. Bu kısım çok önemli değil, çoğu insan bunu yapabiliyor zaten!

Benim asıl eğitim hayatım kitaplarla başlar ve ne yazık ki kitapları geç vakit keşfettim. Ve nasılsa ilk aşık oluşum da, Cemal Süreya ile ilk tanışmam da aynı vakitlere tekabül eder. O günlerden sonra daha çok kitap okumaya başladım; Edip Cansever’den, Attila İlhan’dan, Nazım Hikmet’ten ve Deli Asaf’tan. Sorarsanız bana referenslarınız kimdir diye onların ismini veririm, hepsi için iyi bir öğrenci olmaya çalıştım. Okudukça sanki daha çok aşık oldum ve hayattın da insanların da elinden de çok defa yaralı kurtuldum ama hayatta kalmak sanatsa eğer yine o zamanlar öğrenmiştim, bu yüzden hala aranızda ve karşınızdayım.

Sorarsanız tüm yarlarımı anlatmaya çalışırım ama yazsam daha iyi olur. Oldum olası konuşmayı pek beceremedim. Ne zaman biri bir şey sorsa kağıt kaleme sarılasım gelir hala. Çıkmaz olasıca huy kanıma karıştığından beri, dünya bir şiir oldu benim için. Yazdım, okudum ve belleğime kazıdım onu. Kendim belki şair olamadım ama insan olursam şair de olurum diye düşündüm. Tüm yaralara rağmen insan kalmaya çalıştım. Becerebildim mi? Şimdilik gayet iyi gidiyorum bence. Ama çokca yalnız da kaldım bunu yaparken, mizacıma hüznü yapıştırdım ama hüzün olmasaydı insan neşeli de olamaz diye düşünüyorum, hani şair diyor ya: ‘’yalnız hüznü vardır kalbi olanın’’. O mesele benimki de. Bütün duygularımın kaynadığı yerden ilk hüzün fışkırır sanki. Ruhum Trakya'ya aittir ne de olsa; köklerim, umutlarım, acılarım ve olanca hüznüme rağmen şapkadan çıkan tavşan kadar beni şaşırtabilen koskocaman neşem hep Rumeli’den ötürüdür.

Asıl mesleğim yok, çokça şey olmaya çalışyorum. Tüm hayallerim gerçekleşmese de durdurak bilmeyen bir düşbazım ben. Bu yüzden beni tanıyanlar benden bir şey olabileceğini iddia ediyor, bense Kadim olmaktan mutluyum...Bu kadarı da yetiyor bana ama kimse bunu bir meslek, kariyer olarak görmüyor. Bu yüzden, ben, Burhan koç, nam-ı diğer Kadim, eğer sizde varsa, sizden bir iş talep ediyor...Belki bir ressam, bir şair ya da fotoğrafçı olarak değil ama bir kimya mühendisi olarak...






The Red Balloon (Kırmızı Balon)



Güldünya'lar İçin


27.06.2012

Eksik Güneşler

Kaç günümüz varsa şunun şurasında
O kadar güneşimiz var
Her günlük hakkımızdır mutluluk
Anla
Dün bugün eksilen güneşler
Ödenmez yarınla

Kalın Sesli Monologlar 2


Şiirlerimin kadını
Sen şimdi elinde bavulun giderken
Ve topuk seslerinle
Vurgularken kadınlığını

Şiirlerim
Daha doğmadan yetim
Ya bir gün seni sorarlarsa
Ben onlara ne söylerim?

26.06.2012

Mary and Max





''Gülümsemeyi kafaya takma . Ağzım çok zor gülümser ancak bu kafamda gülümsemediğim anlamına gelmez.”

''Seni affediyorum çünkü mükemmel değilsin.''

''Akrabalarımız tanrı vergisidir ama neyseki dostlarımızı kendimiz seçebiliyoruz.''

''Meyankökü ve eski kitaplar gibi kokuyordu, diye düşündü, gözyaşları çamurlu su birikintisi renkli gözlerinden yuvarlanırken.''

25.06.2012

Kalın Sesli Monologlar 1




Sevdiğim sen gittin ya
Çok birşey değişmedi evde
Tamirat işleri hala benim
Unutmadan değiştirmeliyim
Ellerinin kaldığı kapı kolunu
Bir de hüzün damlatan musluğu

Sevdiğim sen gittin ya
Sadece birşey değişti
Artık çiçekler de öğrendi susuzluğu

Masa da Masaymış Ha


Cennet Ana



Mahallemizin anasıydı
Cennetti adı
Ne de tombuldu
Herkesi kucaklamak isteyen kolları

22.06.2012

Sonbahar

" her daim düşleri peişnde koşan sabırsızlık zamanının 
güzel çocuklarına..."
 


Elimdeki Küskün Balıklar



'' Bulut mu olsam,gemi mi yoksa?balık mı olsam,yosun mu yoksa?..ne o, ne o, ne o.deniz olunmalı, oğlum, bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla''
N.Hikmet


Karanlık duvarlara
Boydan boya çizdim ufuklar da
Gök çizdiğim yerlere değdi sanki bir kara bulut
Batmak üzere olan bir güneş çizdim duvarın ortasında
Önüne boyası dökülen bir taka
İpi gergin,
Düğüm ucu
Bağlı durur sanki bir ranza demirine
İçine bir yurdum insanı çizdim
Sanki saman çöpünde bir karınca
Gider gelir öne arkaya
O insana bir el çizemedim, kapkara
Ardından el sallayan çocuklara

Denizleri özledim,denizleri
Karanlık duvarlara çizdim birazını
Fakat bazı denizlere hiç varılmazmış
Ayak parmaklarına değse de dalgaları
Ölmek üzere yüreğim
Düşü yorgun, yenilmiş
Nasıl inandıracağım elimdeki küskün balıkları
Gelmediğine ölümün


Everything is Illuminated


 
 
-Her şey geçmişin ışığında aydınlanıyor. 
Her zaman yanıbaşımızda duruyor, içimizden dışarıya bakıyor.



20.06.2012

Aslında Sadece Gözlerimin İçine Baksan da Olur



















Sevgilim benim
Çok görme istediğimi
Tut elimi
Sadece sardunya kokmak isterim
Biraz da güneşli bir serinlik

Evet Önümüz Bahardır Biliyorum



"Evet önümüz bahardır biliyorum
Leylaklar açacak biliyorum
Kiraz da çıkacak yakında
İyi şeyler söylemek de gerek biliyorum
Sevgilim güzelim birtanem biliyorum da
Şimdilik bağışla."

15.06.2012

Kadim



















Kadim’in de şairliği
Sanki çocukların sokaklarda koşuşu
Rumeli üzerinden Anadolu’ya doğru
Nereye gitse şiir huylu

Kavuşursak Sevgilim












Kavuşursak sevgilim
Uyuyalım geceye inat

Uyanırsak sevgilim günlerden sonra
Çilek reçeli yiyelim
Ekmeğimizi batıra batıra
Damlar belki parmaklarımızdan
Bulaşır suskunluğumuza
Kavuşursak sevgilim
Kavuşursak!
Kavuşmasak  da Allah Kerim
Başka bir bahara

Sahibi bulunamadığından














Bu mektuplar
Hüzündür şimdi biraz
Sahibi bulunamadığından

Açsak şimdi kapağını
Kelimeler de kanar mı

14.06.2012

Kılıç Artığı Poe-tik-ler'den


I
Masallarımız aynı düşlerimiz bir
Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz
Kentin en uzak köşeleri
Hüznün ele verecek seni
Öyle mahzun bakma çocuk
"Devletin ve milletin bekası" zedelenir

Orda aşka yardım ve yataklıktan
Sabıkalıdır şiir

II
Acı ata yadigârıdır
Bin yıllık bir tarihi var
Beni bana kırdırır
Kehribar bir tespih gibi
Çek çek bitmez
Kimi zaman yaşayıp yaşamamak
Birbirine eşittir

Orda zembereksiz bir saat
Kırık bir keman gibidir şiir

III
Hüznü bir bohça gibi vurup sırtına
Söyle hangi acısıydın viran evlerin
Kanlı bir mendil kaldı geride
Serin bir su yavru bir kuş gibiydi
Meçhulümüzdür nasıl bir ölüme gelin gittiği

O mendilin kokusunda
Kanın dördüncü halidir şiir

IV
Maskeler atılmış roller ve replikler
Derin bir uykuya dalmıştır
Bir şarkıda ağlarken
Bir çiçeği sularken
Onlarla konuşur görürsem seni

Demektir
Şiir yeni çığlıklara hazırlıyor kendini


V
Hepsi de yaralı bir cerenin resmidir
Açılırsa bir sayfası unutulmuş defterin
Orda herkes kendi payına düşen
Bir yangınla karşılaşacak
Ve görülecek
Kaç kadın ezilmiş ayak altında
O canavar evlerin

De ki
O defterin dipnotlarıdır düşünde düş görür şiir

VI
Piyasa şartları nedir
İstatistik yasaları ne söyler bilmem ama
Bir avuntu bulunur her zaman
Peşin fiyatına taksitle
Biraz etik estetik
Biraz kolesterol biraz turnusol
Vazife ulufe biraz felsefe
Bunca havar hiç rayting yapmıyor demek
Vatanperver bir münevver olarak
Sizin bu konuda bakışınız kaç amper

Belki de
Turnusolün sudaki rengidir şiir

VII
Daha yirmi dört saat
Hayati tehlikesi var diyor doktor
Durmadan morfin yapıyorlar
Kurtulsa da izi kalırmış
Yüreğini ezmiş aklının paletleri

Bir saatin tik-taklarıdır orda
Beşinci mevsimin adıdır şiir

VIII
Biz mi taşırız aşkları
Aşklar mı bizi
Şimdi hangi kentte
Yağdığını unuttuğum bir yağmur
Ertelenmiş bir aşkın saçlarını yıkıyor

O günden beri
Öznesi yaralıdır şiirin


IX
Orda yıldızlar daha parlaktır
Aynalar daha ayna
Yaşamaya başladığın an
Biraz daha koyulaşır ağaçların yeşili

Orası
Şiirin kendini göndere çektiği yerdir

X
Sensiz paslı bir çivi gibi duruyorum
Bir duvarın yüzünde
Ateşe ve rüzgâra dair bir dize kuşan
Bu geceyi teslim al
Bir selam uçur bana
Hâlâ bir sabah serinliği ise adresim

İnsana dair her çığlık
De ki şiirdir biraz

Ölümden Beri Sürekli Hayat



Her mutsuzluğun ötesinde yine yaşam bekler...
Ama insana özgü bir yeteneksizliktir, yaşayamamak..!
Yoksa hangi balık boğmuş kendini; hangi serçe atlamış damdan..!

13.06.2012

Takırtılar


Gözlerin senin
Gezinir kendinden emin
Mermerden soğuk
Mermerden sert tenimde
Bir çift takunyanın gezindiği gibi
Tak tak...
Böler gecemi
Ömrümü böldüğü gibi

Zamanı Oy, Sesini Sakla




Zamanı oy, sesini sakla... unutulmasın
Tarih düşür her yazdığının altına
Aynaya bak, yüzünü göm... unutulmasın
Bir gün küllerin savrulur nasılsa
Bence sen, bir günlük tutmalısın
Solgun güller kurutarak yapraklarında
Yağmurda yürü, izini koru... unutulmasın
Toprağı eşeleyen çocukların avuçlarında
Şimdi kentlerin yalın-kılıç yalnızlığındasın
Geçtiğin kırmızı, durduğun yeşil... unutulmasın
Dimdik önündesin bir fotoğraf karesinin
O fotoğrafta hiç sarı kullanılmasın
İyi çocuk ol, acınla büyü... unutulmasın...
bunu da dinleyiniz bir yandan

10.06.2012

Gül Zamanı

Bahar geldi; başka bir şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda;
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni:
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.
Ö.Hayyam

 

Hadi dedim anlatayım
Ne anladığımı bu hayattan
Dememle bir saki bitiverdi başımda
Elinde bir şarap şisesi

Bir yudum aldım
Maalesef demiyorum
Çoktandır meraklıydım
Sanki yeni bir ağız eklendi ağzıma
Yeni yeni diller edindim
Konuşur oldum çat pat
Kelimelerim gül yordamı
Her noktadan sonra
Yeni tomurcukların patladığı

Noluyordu saki
Bahar mı geliyordu?
Yoksa ben mi çiçektim çoktan

Getir saki şarabı
Girilmedik bir gül bahçesi kaldı mı?

9.06.2012

İçimdeki Yangın ( Incendies)


''Beni, tabuta koymadan dua etmeden ve çıplak bir şekilde dünyaya sırtımı çevirmiş, yüzüm toprağa bakar vaziyette defnedin.Ne bir mezar taşı ne de ismimin bir yere yazılmasını istiyorum.Sözünü yerine getirmeyenlerin mezar taşı olmaz.''

 ''Fikirler, ancak onları savunan birileri varsa hayatta kalır.''

''Çocukluk, insanın boğazına oturan yumru gibidir. Kolay kolay yutulmaz.''

Boşluktasın Çocuk

Küstürülmüşsün çocuk
Daha sokağa çıkmadan
Boynun bükük
Diz çökmüşsün
Daha sokak kapısının önünde
Sesin sanki çığlığıdır
Hüznünle yazgıladığın sokak taşlarının

Gözlerin senin
Kızıl bir tilkinin ürküttüğü
İki yeşil kuzucuk
Derin uçurumlara sığınmış

Tutunmaya çalışma
Kayalıkların kayganlığına
Sen ne bir kaya kekiğisin
Ne de bir dağ keçisi
Bırak öylece kendini
Nasılsa bir ardıç dalı da bulamayacaksın
Kanatların var ya da yok farketmez
Bir ömür boyu zaten boşluktasın

8.06.2012

Ağlamasaydım

Ağlamasaydım ölecekti
Yanağıma çizdiğim
Kan kırmızı balık
Ağzı, gözleri kum dolmuş
Susuzluğunda boğulmuş

Ben geldim
Gözümde yaşlarla
Ve ayırarak sana
Yaramdan bir parça

Ağlamasaydım
Çapaları elimle indirip
Acıları biriktirdiğim gözlerime
Belki ben de ölecektim


7.06.2012

Kum Taneleri


Ufak kum taneleri
Onca yer varken gidilecek
Ayaklarının altında dolaşıyor
Sadece sevilmek isterlerken
Onları alıp götürmek için ayağının altından
Geliyorum
Dalga dalga köpük köpük

Ellerimde kum taneleri
Hepsi ölümümü bekliyor gibi
Oysa hepsinin hayatı elimde
Ufacık bir bebek gibi

Yollardan Dağlara


Yüzleri dağlara
Kara ve sessizliğe dönük insanlar
Sırt çevirmişler
Hemen arkalarında uzayıp giden yola
Nereye gittiğini bilmezler mi yolun
Merak etmezler mi?
Hangi şehirden gelir
Hangi şehre gider yol
Hangi yıkık harebelerden
Ve hangi yaşlı ağaçı yıkıp geçip
Onları sürükleyen ayak izleri mi birilerinin
Böyle sorgusuz böyle kayıtsız
Marşlar eşliğinde yürürken
Nasıl da çocuklaştığını gördük erkeklerin

Yapraklar


Tüm yapraklar döner bir gün toprağa
Tanrı zaten bunun için yaratmamış mıydı onları



6.06.2012

Ulysses' Gaze


"Kurduğumuz tüm hayallere rağmen değişmeyen dünyanın şerefine!"

 ''Daha kaç sınır geçmek gerek eve varmak için''

“Bir dünyada sakin bir uykuya daldık. Ve birden sarsılarak uyandırıldık.”

- Ağlıyorsun?.

- Evet ağlıyorum...Çünkü seni sevemiyorum.


4.06.2012

Örtmesen Sıkıca Perdelerini


Senin adını bile bilmediğin bir şehirde
Gri bir sabahtI
Karga olarak uyandım
Nasıl da benziyordu saçlarına
Çatısız evlerin bacaları
Ve nasıl da benziyordu gözlerine
Tenekelerin benzersiz parlaklığı
Nasıl oldu da bulanmıştım karasına
Demirden bir gecenin

Utanınca kendimden
Simsiyah tüylerimden
Boşandım boş hayallerin semerinden
Felce uğramış kaderimden
Durmadan düşmeye başladım nefes nefese
Evlerin karanlık çatılarından

Düşerken
Asılı çamaşırların mandalların arasından
Bir martı beyazlığı düşürsem kahvaltı masana
Yedirsen
İçirsen
Bilsen ne kadar açım
Bir lokma yalana

Örtmesen sıkıca perdelerini


3.06.2012

Bab'aziz


 ''Bu dünyadaki insanlar bir mum alevinin önündeki üç pervane gibidirler. İlki aleve yaklaşır ve şöyle der:
Ben aşkı biliyorum. İkincisinin kanatları yaklaşarak aleve değdi ve o dedi: ben aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim.Üçüncüsü kendini hiç tereddüt etmeden ateşin kalbine attı ve ateş onu eritti. Yalnızca o bildi: Gerçek aşk nedir.''


 ''Evlâdım, bir damla suyla tatmin olmak için uğraşacağına Kendini O’nun nehirine bırakmalısın.''

“İkimiz bir araya gelince,Sen ve ben…iki farklı beden tek ruhuz, Sen ve ben...sen ve benden müstesna,aynı neşenin sevinci.Nafile sözcüklerden dingin ve hür, Sen ve ben.”



- Hasan, Seni bekliyordum.
+ Beni mi bekliyordun?
- İntikalime tanık olman için.
+ Neden ben? Ben ölümden çok korkarım
- Muhakkak. Eğer bebeğe zifiri karanlıkta Anne karnında şöyle denseydi: “Dışarıda ışığın dünyası var,
Yüksek dağları, Muntazam denizleri, Engebeli düzlükleri, Çiçek açan muhteşem bahçeleri, nehirleri,
Yıldızlarla dolu seması Ve parlayan güneşiyle Ve sen tüm bu ihtişama rağmen, Burada karanlıklar arasındasın… ”
Doğmamış sabî, Bu ihtişam hakkında hiçbirşey bilmez, Ve hiçbirine inanmazdı. Tıpkı bizim ölümle karşılaşmamız gibi.
Bunun içindir ki, korkuyoruz.
+ Fakat ölümün içinde nur olamaz, Çünkü o her şeyin sonudur.
- Bidâyeti olmayan şeyin, Nihâyeti nasıl olur? Hasan, evladım, Zifaf gecemde mahzun durma.
+ Zifaf gecen mi?
- Evet, ebediyet ile nikâh gecem. Vakit geldi. Şimdi beni yalnız bırak. Sonra vücudumu kumla örtmek için dön…

Leyla Terasa Çıkmıştı

Leyla,
Endülüs gecelerinde bir dolunaydı sanki
Geceler titremekteydi bir tülün arkasında
Ay da şaşkındı
Ortadan kaybolurdu bir anda
Üstünde bir suçluluk duygusu

Leyla,
O gecelerde dilden dile anlatılan bir masaldı sanki
Varlığı olurdu da yokluğu olmazdı
Varsa leyla
Varsa leyla
Daha gün gibi uslarındaydı çocukların
Anlatılırdı yedi düvele
''Leyla terasa çıkmıştı'' diye başlanırdı

Mecnun,
O masalın gerçekliğine inandırdı kendini
Kaptırdı kendini çölün ruhuna
Adıyla çağırıyordu sanki o cehennem ateş
Sadece yürüyordu
Suskun bir cenaze gibi

Sonradan öğrendik,
Daha geceden kefen diktirmiş kendine
Mecburen kör bir terziye