25.11.2011

Geçmişe Mazi Denmez

Geçmişe mazi denmez; değildir çünkü. Biz geçmişle işimizi bitirdiğimizi düşünsek de onun henüz bitmemiş işleri vardır bizimle. Tüm geleceğimizi geçmiş edene kadar bugünümüzü kovalamak gibi,bıkmadan usanmadan... Tüm hayatımızı yiyip bitirmek gibi...Geçmişe mazi denmez, olsa olsa cani denir.

The Sea Inside


” Eğer kaçamıyorsan ve başkalarına bağımlıysan gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun”

Hiçbir Fikrim Yok

''Tuvalet nerde biliyor musun'' diye sordum gence.
''Hiçbir fikrim yoaaok'' dedi
''Olamaz da zaten bu gidişle'' dedim içimden.
Tabir-i caizse bindik bir alamete gidiyoz kıyamete, sayın okuyucu. O hesap bu bizimkisi de. Gençlerin gerçekten de hiçbir fikri yok gibi. Sürüklendiğimiz bu kıyameti ''Aklından bile geçirme''diklerine eminim. Azınlığı tenzih ediyorum elbette.

Düşünüyorum da şimdi, acaba ''lavabo'' yerine ''tuvalet'' dedim diye mi bilemedi yerini?


24.11.2011

Öyle Bakma Sevgili

Öyle bakma yüzüme
Öyle tütsülü
Öyle buğulu
Dumanından göremem gözlerini
Gözlerin senin
Muhbiri sisli gecelerin

Öyle bakma yüzüme
Daha bıyığı terlememiş bir gencim
Ve sana verebileceklerim bellidir
Daha fazlasını isteme
Bir şiir yazarım en fazla
İstersen parmaklarımı da al
Kopart at hepsini
Tutunacağım ne kadar şiir varsa

Öyle bakma yüzüme
Dağlar dizilir önüme
Anlat öyleyse bana
Tahta bacaklı çocukları
Nasıl aşsınlar bu dağları

Öyle bakma yüzüme
Dudak dükme
Adını küs koyup da
Sus pus olma
Camlar kırılır içimde
Canım acır
Canın hiç acımaz mı

Öyle bakma yüzüme
Şimdi ne kadar bulut varsa
Gri bir sicimdir boynumda
Arsızı olurum sağanakların
Öyle arsız ve gürültülü
Bilirsin kendi sesimden korkarım

Öyle bakma yüzüne
Sana sevgimden başka ne verebilirim ki
Baktığımda ağladığım yüzün hakkına
Allah biliyor ya
Senden gayrısını sevmedim sevgili
Ama öyle bakma sevgili

23.11.2011

Askere Gitme İhtimali Doğdu

Askere gitme ihtimali doğdu
Bir çocuğun birdenbire büyümesi
Sonra tününe başlama ihtimali
Şiire sonra
Sensiz bir zamanda
Bir başka sevme ihtimali seni
Bir başka kavga
Başka bir acı
Başka bir sabır

Askere gitme ihtimalim doğdu
Seni başka türlü sevme ihtimalim
Ve şahdamarıma düşmesi
Bir bıçak yarasının
Öyle taşımak seni
Nefes aldıkça
Ve gururla

Askere gitme ihtimalim doğdu
İzmir'e, Van'a, Afyon'a
Daha önce hiç gitmediğim diyarlara
Ve oralarda
Günlerden hep sensizlikmiş
Ertesinde soğuk
Yalın kalırmış yürek
Parkamı
Postallarımı
En son da eldivenlerimi bile yaksam da
Ateş hep ayaz rengiymiş
Yalın düşermiş etim
Dirense de tırnağım
Kesilirmiş önü deli kanımızın
Morarırmış hüzün tende


Uçurtmayı Vurmasınlar

Gülsüm ana: kader utansın
Barış: kader kim?
Gülsüm ana: bizi buralara düşüren, üstümüze kilit vuran...
Barış: anahtarlı teyze mi?

22.11.2011

Tasvire Şayan Çocukluğum IX: Çiş Kokulu Eldivenler

Çocukken çişim her geldiğinde parmaksız eldivenlerimi çıkartmaya üşenirdim. Bu yüzden her seferinde ıslatırdım eldivenlerimi. Çiş kokardılar illaki. Bu kadar...

Dörtten Sonrasını

Sen eğildiğinde bir çay bardağına
Ben bir çocuk hevesiyle
Kapasam gözlerimi
Elbisenin üstünden sayabilsem keşke
Ensenden beline dökülen benlerini
Bir
İki
Üç
Dört
...
Ve sayamadığım sonrasını

Daha acemiyim
Sen gelene kadar hiç bu kadar benim olmamıştı benim
Sanki hayal ettikçe varolan
Öptükçe çoğalan
Ve sevdikçe güzelleşen

Saymayı öğret bana sevgili
Dörtten sonrasını öğret
Hani Tanrı bile bilmese de sayılarını
Öğret sen
Parmak hesabını



Zamansız Af

Böyle mi olmalı ustam
Ben ki sevmişken senin mahpusluğnu
İnfazına bile gidecekken
Güle oynaya
Ve sırf dünya bir nebze güzelleşsin diye
Senin için suladıysam kanımla
Tel örgülerdeki budak budak hayali gülleri
Bir yandan da acıyı ve sevinci
Aynı kabuklu yemiş bilip
Çitlemeye alışmışken avlunda
 Kalmamışken yani eser o firari ruhtan

Hazırlaman gerekirdi en kuytu yanını
Ve zincir zincir prangalarını
Nerden çıktı şimdi bu zamansız af?

Ben ki çoktan söküp attım
Yastığımın altından
Telefonları ve adresleri
Ne güneşi isterim ne maviyi
Ne de kuşları
Esmese de olur rüzgar
Zaten uçurtmaları da vurmuşlar dışarda bir yerde

Sen yüzümün suskunluğuna bakma
Ne gam vardır ne keder
Kaldı ki huyumdur özgürlük
Nereye gitsem
Göğü giyinirim üstüme
Altında koskoca bir dünya
Bir bahar günü voltaya durmuş gibi
Üç beş adımsa da hayat
Çeyrek adımlarla yürürüm peşinsıra

İkilem

Bir kabuk içinde
Birbirinden ayrılmaz
( : )
Aşk ve acı yüreğimde
İkiz badem içidir.

Lokman Hekimin Sev Dediği


Bu yürek
Seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bire bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuki beşer
Çınçınlı hamam
Çizmedeki kedi
Sanki elleriyle koymuşlar gibi
İkimizden bir işmar
Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim çolak hüseyin eli
Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne ?
Cumartesi
Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız
Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için
Seni sevdiğimden , suyun akası geliyor
Bacaların tütesi
Nurhayat’ın halleri , seni sevdiğim için güzel
İbrahim’in dilleri
İnsan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi
Savaşın adı geçse , cinifrit olur
Ereğli’nin kömürünü düşünür , ne kömür o be
Raman’ı düşünür , Çukurova’yı düşünür
Seni sevdiği için , Haliç’te bir uğultu
Marmara’da bir deniz
Isparta bahçesinde güller
Seni sevdiği için goncalanıyor
Seni sevdiğim için , kilim dokuyor Avşar’da
Yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi
Penisilin , halk şiiri , canlı sinema
Mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi
Sultan Hamid , don civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi
Başaklanmayan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi ,
Yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü
Tepemizdeki o göçmez tavan
Sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye
Bingöl vilayetinde , kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
Siz nerenin bulutlarısınız böyle ?
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın
1953 kışları içinde
Karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın
Konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse
Birbirimizi daha çok sevelim diye
İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar
Keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor
Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi
Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen
Saçları zencefilli
Erkencecik evine dönmek istiyor canı
Hep seni düşün
Hep seni yaşat
Hep seni yıka
Seni doyur üç öğün
Seni bir kanım uyut , sonra uyandır
Lokman hekim , seni sev diyor bana
Seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
Umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim
Hak , hukuk , bereket diye
Eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye
Yüreğime sağlık ne iyi ettim..!

21.11.2011

Gecenin Dördünde


‘’Gecenin dördünde şiir yazmaktan daha güzel şeyler de vardır’’ dedi.
‘’Ne gibi’’ dedim.
‘’...’’
Sonra ‘’ Tamam, şairsin anladık’’dedi sinirli sinirli.
‘’Anlamıyorsun, şeytanımla bir gözgöze gelsen gerçekten anlardın beni.’’
‘’Senin şeytanın benim’’ dedi.
Bilmese de doğruyu söylüyordu; onun gözlerine yazıyordum o gece...

Körebe Martı

Ben bir martıyım
Denizlerim vardır benim
Limanlarım
Limanlarda ellerim
Havada bir yaprak gibi sallanan
Ve çeşit çeşit yüzlerim
Vedaları çizerler
Vedaları söylerler

Ben bir martıyım
Körebesiyim giden gemilerin
Son palamar da içeri alındığında
Simsiyah bir iskele çekilir gözlerime
Seçemem tek kişinin yüzünü
O mahşeri yalnızlıklarda
Simsiyah olur mavi
İçim üşür, etim üşür
Oyun değildir bu
Gerçekten kör de olabilir bir martı
Anımsadıkça Yakub'u
Denizlere akıtır herbir tuzlu suyunu

Ben bir martıyım
Sen bana /yalnızca
Ve sadece
Kahpe sensizliği sor
Rezil beklemeyi , özlemeyi sor
Tanrıbiliyor ya
Hepsi sular seller gibi
Öyle denizlerim vardır benim
Topraktan çektim elimi eteğimi

Bir Köyüm Vardı Benim

Bir köyüm vardı benim
Portakal ağaçları dikili
Limon çiçekleri hiç solmamış
Ve illa ki gelincikleri...

Bir köyüm vardı benim
Ellerimle bölerek yerdim peyniri
Üzümü salkımından yiyip
Şarabımı da şişesinden içerdim
Öyle sevmek istedim seni de
Ağzından başlayarak sevmeye
Kafayı seninle bulmak istedim
Kendimi bulmak sonra bulutların üstünde
İsayı seçmek uzaklardan
Bir buğday tarlasının ortasında
Ellerinde kankırmızısı gelincikler
Ağzında son yemekten kalma şarabın
Mis gibi kokusu
Öyle almak kokunu devşirme hülyalarda
Sarhoş olmak buram buram
 Ve ağlamak bebekler gibi
Yani
Anadan doğma sevmek seni
Öyle çırılçıplak
Ve yeniden doğmak ellerine
İsterdim

Bir köyüm vardır benim
Adını sen koymak isterdim
Güneşi ol, kavur
Suyu ol,ak isterdim
Seninse şehirlerin vardı bir tek
Oysa benim hiç şehrim olmadı

Dur Dur












Gecem erken dur dur
Gözlerine bakmazsam uzun bakmazsam
Gecem erken inecek bitecek tükenecek gibi de değil
Dur bir sokak daha aydınlık edineyim
Gecem erken

Yağmuru güneşleri haziranı yürüsek
Diyelim saat 24 
Aşk dinler mi cumartesiyi geçmişiz dinler mi
Akşamları alsak samanyolunu alsak 
Aksaray'a götürsek bıraksak
Bir dalı kırdık diyelim şiirden başka nereye konur
Gecem erken inecek dur dur

Hangi gökyüzü ister yasak edilsin bakılmak bakılmak
Dur bir sokak daha aydınlık edineyim
Gecem erken, bitecek tükenecek gibi de değil
İstersen sonu yok diyelim istersen ırak ırak
Gecem erken inecek

20.11.2011

Aşk


Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları seviyor, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.

Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
"Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.

Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.

Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda

Rumble Fish



“Deli, her şeyi yapabilecek yetenekte olan; ancak yapacak değerde bir şey bulamayandır.”

Suskun



Suskun
Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil.

En uzak, o adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir Stradivarius inler kendi kendine,
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.

Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.

Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular...
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl,
Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadın, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin...
Sağıyor yeşil.

Aydım yarı gecede,
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor, yiğit,
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yeşil.

Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara,
Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz,
Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillası Spartakus'un.
Susuyor yeşil.

Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?

Ruhum...
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
Ağlıyor yeşil.

19.11.2011

The Good Heart

-Ee, bugünlerde nasılsın bakalım?
-Şüpheci, korkak, acılı, endişeli, dikkatsiz, sinirli, korkulu, panik içinde, dehşete kapılmış ve telaşlı... kendimi sözlük gibi hissediyorum.

The Green Mile


'' Yoruldum, patron. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum.Yanımda hiç arkadaş olmamasından yoruldum. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söylecek biri yok.En çok da insanların birbirine kötü davranmasından yoruldum... ''

Urfa'da Bir Can







Geldim dedi dost Şemsin sözleriyle;
Sen dışında ne varsa kıyısız denizlere dökerek geldim…
Dilimde dua ile, kefenimi vuslatına çeyiz bilerek geldim… Geldim…
Aşkın demgahında ateşleri ıslatmak için neyim varsa yok bilerek geldim…
Ta uzaklardan geldi dost, peygamberler şehrinden, Urfa'dan. Gelmeyeli, gönlümüzü eylemeyeli uzun olmuştu. Hepsini unutturarak geldi. Cismi değil belki, ama suretiyle geldi dualarda...Erdik yeniden senli benli günlere. Eskilere gittik. Küçüldük. Küçüldükçe Küçüldük. Günümüze döndüğümüzde ise büyüdüğümüzü anladık. Değişmiştik. O da ben de. 
O dedi ki: Yazdıklarını okuyorum da, onlardaki kadim bizim eski kadim mi bilemiyorum artık. Ben de dedim ki: Sen de değiştin, her zaman varolduğunu düşündüğüm o farklı yanını artık sen de kabullenmiş gibisin.
Sonra gitmeliydi ve gitti, yine dualarla, iyi dilekleriyle ve kendi gözünden bir kaç fotoğraf karesiyle...
 

Orta Dünya İlmihali

Masamıza Leyla gelsin ta Ürdün’den ama istesek gelir
Bize ince parmaklarını şaklatarak Nizar Kabbani’den bahseder
İstesek olur böyle şeyler biz ona Türkçe çaylar ısmarlarız
Kuranda peygamberin bile azarlandığı ayetler vardır, onu deriz
Başka şeyler de vardır
Doğuda her yüz kilometrede bir
Zalimle mazlumun değişmesi dengesi
Biz ey dünya yorgunları diyelim çay içmeye başlayalım

Çay içeriz bir halk dengelenir yumruğumuzdaki kuvvetle
Babaların bıyıklarına ilişen siyaset dersi
Annelerin ideolojileri yoktur merhametleri vardır
Ben o merhameti kimsede görmedim kitaptaki Meryem’i saymazsak
En esaslı küfrü orta ikide bir kızdan yedim o bana âşıktı
Yazmaktan başka neye yararsın Allahın belası, demişti

Bir şeye yaradığım hissi evlenirsem bir gün olacak
İmparatorluklar çağından beridir yasak bir sevmektir devlet halk ilişkisi
Gecenin dördünde şiirden daha değerli işler vardır
Biz ey dünya yorgunları diyelim çay içmeye başlarken
Sevgilimizle saatler süren telefon konuşmaları yapalım
Sırrı abinin kızı bize de şiir yazsın
Bu annesiz evleri değiştirelim aniden

Ben bir mektuba başlamışsam gerisini sen getir
Yarım mektupların verdiği esenlikle öperim alnından
Bankalar kapanır, faizler düşer, bir bakarsın iyileşir dünya bundan
Bana mektup yaz, boş bırakma, ihtiyarlamazsam orta dünya bizimdir

18.11.2011

Kaplumbağalar da Uçar



Uydu: Hello mister!Hhow are you?

Ahmet: Ne oldu Turtles Kaplumbağalar Uçar neden doğru dürüst kürtçe konuşmuyorsun? Ne var!

Uydu : Ahmet bugünlerde merhaba bile parayla. Eğer ben selam vermezse kimse cevap vermiyor. Şurdaki çocukları görüyor musun? Onlar kürt olduğunu bilmiyorlar. Seni yabancı zannediyorlar. Amerikalılar geliyor.Birkaç ‘OK’ öğrensen iyi olur. Peki mister mayınlar how much? Mayınlar how much mister? Mayınları bugün kaçtan alacaksın Ahmet?



 

The Kite Runner


''Çocuklar boyama kitabı değildir, onları en sevdiğin renge boyayamazsın!''

------

''Tek bir günah vardır o da hırsızlıktır. Diğer tüm günahlar onun türevleridir.Bir adamı öldürürsen,bir hayat çalarsın. Karısının onun üzerindeki hakkını, çocukların babaları üzerindeki hakkını da. Yalan söylersen birinin doğruluk üzerindeki hakkını çalarsın.Hırsızlıktan daha tiksindirici bir şey yoktur.''


Bir Eflatun Ölüm


kırgınım,
saçılmış bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım geceden
git dersen giderim kal dersen kalırım

git dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri, kötü günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki gidip yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım
belki sararmış eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.

17.11.2011

Bil ki sevgili, EskidenDi Hepsi

Bil ki sevgili
Hiç bir yaprak sevmedi
Baharı ve hüzünlü erguvanlaları
Benim seni sevdiğim kadar

Yoktu tohumlarda bile, o delice iştiha
Benim sana açtığım gibi

Ve bahçemde hiç bir karanfil açmadı kırmızıyı
Senin dudaklarının açtığı gibi

Hiç bir sarmaşık oyunlar oynamadı bir gül dalında
Benim senin beline dolandığım gibi

Hiç bir çiğ tanesi düşmedi yaprağa
Hüznün gözlerine düştüğü gibi

Bil ki sevgili
Hiç bir bebek sevemedi anasının ak sütünü
Benim seni sevdiğim kadar
 
Hiç bir fakir yanaşmadı bir somun ekmeğe
Benim sıcacık koynuna sokulduğum gibi

Hiç bir derviş beklemedi sevgilim
Bir cennet müjdesini
Benim seni beklediğim gibi

Ve hiç bir mum ışığı
Ay ışığına öykünmedi geceleri
Benim seni istediğim kadar

Ne bileyim sevgili
Nasıl anlatayım
Say ki kendini
Geceleyin demli bir çaydın
Cigaraydın, dumanı caba
Bir mahkumun beraatini bekleyişi
Ya da tesbihindeki boncuk taneleri
 Ben de öyle tutunmuşTum sana
Öyle saymışTım hasretini

Cennetimin Sensiz Hali

Bil ki sevgili
Hiç bir deli derviş beklemedi
Bir cennet müjdesini
Benim seni beklediğim gibi

Ve
Ben
Diyorum ki sevgili
Gelsen
Yıkarım mabetlerimi
Redederim ol Tanrının şol cennetini
Cehennem beğenirim kendime cehennemlerden
Ve herşeye rağmen
Mecnunluğuma verseler asiliğimi
Cennete koysalar yeniden
O en güvenilir yere
Zor gelir cennetimin sensiz hali
 Üstümde bir kelebek tedirginliği
Bin kez firar ederim

Değdiğim yer yangın olur
Kanatlarımda aşk yalım yalım

16.11.2011

Boktan Bi Muhabbet


Yine güzelleşmişiz, en tenhalardan evime dönüyorum böyle ufak ufak, mahallenin bitirim tozkoparanlarını farkettim. Onlar da beni farketmiş olacak ki, ellerindekileri kafalarına dikip, şöyle başladılar konuşmaya :
-Ah ah, keşke okusaydım ben, kimya mühendisi bile olurdum.
-Bok mu var kimya mühendisi olacak?
-Yok mu abi?
-Yok tabi, hem kalkın ordan, çırçır olacaksınız.
-Merak etme abi, ilacımızı alıp da geldik dediler ellerindekileri tekrar ağızlarına götürürken. ''Bok için'' dedim içimden. İçtiler...

Ben Beklerim

Düşün ki mevsim kıştır
Bıçak kesiğidir şubat
Kuşların yuvaları çoktan dağılmıştır

Düşle ki bir evdesin
Bir pencere kenarındasın
Çoktan sabah olmuştur

Düşle ki kar yağmış geceden
Perdeyi aç
Dışarı bak
Bulacaksın kimliksiz ayak izlerini

Ey üşümüşlüğümün tanrıçası
Diş dişe vuruşlarımın
Titremelerimin
Düşün
Her sabah gün doğmadan önce
Kim hazır olda bekler seni

Bir Damladır Ama


Sen gelirsin diye
Yağmur demledim sevgili
Sen gelirsin diye
Avuçlarımda bir damla
İçinde Nuh'ların boğulduğu

Good Will Hunting


" Sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın. Ama bir kadının karşısında hiç tamamen savunmasız kalmadın. Sana gözleriyle hükmedecek birini görmedin..."

***
 
''O mükemmel değil. Sen de mükemmel değilsin. Asıl soru birbiriniz için mükemmel olup olmadığınız''


14.11.2011

Othello



''Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup aşk sanıyorsunuz. İnsanlar göründükleri gibi olmalıdır. Eğer değillerse hiç görünmemelidir.''


Fırtın Memet


Ah Mehmet Abi
Nam-ı diğer Fırtın Memet
Kavganın gözü karası
"Bir daha hangi ana doğurur bizi" demişti ya şair
Söylesene abi
Bir daha hangi ana doğuracak seni

Bu yüzden kaçmalısın abi

Bu yüzden kaçmalısın
Zulanda sakladığın gönlünün kuytusundan
İz bırakmadan
Arkana bakmadan
Fırtına gibi
Gel gör ki
Sanki bıçaklar Bursa işi bu akşam
Benzemezler hiç bir şeye
Bir güzelin elinde
 
 

Gül


Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin

Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene

Merhum


Günlerden bu gündü 
Saatlerden bu saat 
Anlardan bu an... 
Sen gittin 
Ben bir kez daha ölü doğdum 
Gecenin ellerine
Bir isim bile vermediler bana
Sen gittin 
İsimsiz kaldım
'Aşıktı' diye andılar bu merhumu

Sen gittin
Bulutlar toplandı dört bir yönden
Hava gittikçe karardı 
Bana mahkeme kurmuşlar Tanrı katında 
Hükmümü veriyorlar 
Heyhat!
Ben kendi ellerimle astım kendimi 
Gri bulutlara... 
Kendim yattım musalla taşına 
Sal’am bile okunmadı 
Günahkar saydılar bu merhumu  

Sen gittin
Bir anda koptu fırtına...
Sonrası yağmur 
Bir kez daha ölü doğdum gecenin ellerine 
Ölüm, 
'İyidir' derlerdi oysa yağmurlu bir günde...

12.11.2011

Dem'in

Sevgilim...

Bir çay yaptım kendime
Dem tuttum bekleyişlerde
Çayın demindesin
Ne denir ki bu demde

Sevgilim...

Hazır çay da dem’indeyken
Bir sigara yaktım...
Tütünü dumansız...
Lacivert bir gecede.
Bekleyişleri yaktım.
Arayışları ve bulamayışları...
Külünü savurdum rüzgarda.

Yani sevgilim...
 
Ne denir ki,
Tiryakiyim altı üstü
Ne desem inanmazsın
Bari gel de, çayımı tazele...
Acı acı koyulaşmadan
Kibritini de yak
Yokluğunu tutuştur
İçelim tüttüre tüttüre
Hazır çay demindeyken

The Fountain


''Bedenlerimiz ruhlarımızın hapishanesidir ve ancak ölünce gerçekten özgür olacağız.''

11.11.2011

Yılgın Bir Tamlama



Ben ki
‘Bu şair’den daha yılgın bir tamlama bilmem
Oysa şimdi sen beni öpsen
Beli doğrulacak gibi
Rumeli'de sevi ırgatlarının
Düşleri hep yeşile dönük
Islık çalarlar dönüm dönüm

Güzelleşecek belki o zaman
Aşşaa ve yokarı maalle
Rakının da tadı gelecek
Ağzımızın tadı da
Keyifleneceğiz
Portakallar ellerimizde kızaracak
Soyup yiyeceğiz
Sarı sarı
Sulu sulu
Sanki Tuna bir oğlan çocuğu
Bakacak mavi mavi
Senin gözlerinden

Şimdi sen beni öpsen
Rumeli de, sanki bir kız çocuğu
Tutacak gibi ellerimden
Kavuniçi kavuniçi
Öyle ki, ya bu eller öpülecek
Ya da ölünecek

Öpsen sevgilim
Kansan ağzıma gürül gürül
Kansa toprak
Sıyrılsa yeşil bir sevi

Yayla Çiçeği


Ah dağ çiçeğim
Yayla kızım
Yağmura hasretini bildim de geldim
‘’Kalktım’’ de
Hadi kalk
Bak, bahar da geçecek

Zorba The Greek

''Yediğim ekmeğin üzerine yemin ederim ki..Yaşlandıkça bunu bile sormayacağım : İyi veya kötü, farkı nedir? ''

10.11.2011

Şiir Yoksa


Ne zaman şairin uykusunu bölse bir güzel
Elbet bir şiir emzirir şairi memesiyle
Bir ananın duası gibi yürür
Bölük pörçük gecenin üstüne
Şiirdir bu...
Şiir yoksa, duvarlar da ağlamaklı!
Şairler de...

Şairin Bir Günü

Ben ki yorgun bir kavgayım
Rumeli'nin küçük bir kasabasında
Fazla uzağa gidemem
Sevdiğim kadın gibidir Rumeli
Sevdasını taşırım cebimde
Evimden işime,
İşimden meyhaneye
Birkaç birayla mutluluğa yığınak yaparım
Ve sadece aşkla dönerim evime
Zemin katıdır yüreğim
Ben orda kalırım
Kireç yüzlü duvarlarım özenmez başka renklere
Yine de Rumeli kokar odalarım
Perdelerim efil efil
Hele ki akşam üstleri
Ve her sabah
Sokaklar taranmaya başladığında süpürge uçlarında
Umutlarım her zamanki gibi tazedir
Ve sadece aşkla giderim
Evimden işime
Elimde bir sigara
Aynı güzeli düşlerim Cemal Süreya ile birlikte

                                                İşçi tulumlu kardeşime...

Yine de

Gittin
Bir vapura bindin mesela
Sabırla izlerken martıları
Gözlerini kaçırdın benden ayaküstü
Ya gölgeni?

Gittin
Sesini kimselerin bilmediği bir şehre
Sessizliğine kattım o şehri

Gittin
Düşlerinde suladığın sohbetlere say beni
Ve daha çok zamanımız var diye
Yazamadığımız şiirlere
Doğduramadığımız güneşe
Merhametine sığındığımız katran geceye

Gittin
Şiir kalmadı
Döküldü ceplerimden, ağlamaklı
Tanrı bile yanıldı
Girdiğim hiç bir sokağa yağmadı yağmur

Gittin
Sözcükler denendi yine de
Sevgi de

Biyografi















 
Paşabahçede doğmuşum
sayı bilmişim sünnet olmuşum
koynumda pabuçlarım
uyanık uykular uyumuşum arife geceleri
kamalı bekir çamur ahmet bir de süleyman
ayak yapıp çift kaleler kurmuşum
cigaraya başlamış
tertemiz yataklarda pis rüyalar görmüşüm
tepelerde uçurtma
sokakta şarkı
karakollarda sabah
ekmek karnesi çay fişi
ihtilaller görmüşüm
kah kafa vurmuşum taşlara
kah can evimden vurulmuş
hanumanlar yıkmışım
üçüncü selim mustafa çavuş ve baküs
erik narı çiçek açmış şarkılar
yitik baharlarında gönlümün
ve kıpkırmızı bir granada akşamı
ispanya'da şatolar kurmuşum
oklar üşüştürüp gemiler batırmışım karadeniz'de
sancaktepe hadımköy'de nöbetlere kalmışım
daracık daracık sokaklara girmişim
ya dostlar tutup sofralar vermişim
ya ev bark kurup anasını satmışım
avarelik mavarelik etmişim
en sonunda oyuncu olmuşum olabildiğimce

Şair İşçidir

 
Bağırırlar şaire:
"Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne? Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki..."
Doğrusu bizler için de en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer bacam yoksa
İşim daha zor demektir bu.
Bilirim hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz saygıdeğer bir iştir 
balık avlamak çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına balıkla doluysa hele.
Fakat daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim aylak olduğumuzu söyleyerek sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer dilimizin eğesiyle...
Kim daha üstün, şair mi?
Yoksa insanlara pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler, şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi! 
Laf fırtınalarından ayıralım kendimizi bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!

Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring



“Bazen sevdiğimiz şeylerin gitmesine izin vermek zorunda kalırız, 
çünkü senin sevdiğini başkaları da sevecektir!”

Üzülme! Dert Etme Can!

Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları söyleme bana
Elinde olanlardan bahset can
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaştırır
Kaybetmek sabrı öğretir

9.11.2011

Duvaktaki Gözyaşları

Arefe günündeyiz. Ben yeni yeni uykudan kalkmış ve bilgisayarımı açmıştım ki, annemin sesi duyuldu yatak odasından:
‘’gel gel.’’
Eger ’’gel bi’’ deseydi ya da ‘’gelsene azcık’’ deseydi yerimden kalkmayabilirdim çünkü bilirdim ki bir iş buyuracak. Tüller geçirelecek, ya da ocaktaki yemeği karıştırmamı isteyecek. Ama ‘’gel gel’’ demişti. Bu demekti ki merak edilecek birşeyler var. Ya bir arkadaşının kızını anlatacak ballandıra ballandıra ya da kendince önemli bir dedikoduyu benimle paylaşacak. Kız kardeşim evlenip gittiğinden beri bu misyonu bana yüklemişti. Şimdilik bir şikayetim yok. Yapacak daha kıymetli şeylerim de yok zaten bugunlerde.
İşte bu yüzden hiç şikayet etmeden yerimden kalktım. Odasına gittim. Baktım ki çeyizini açmış havalandırıyor. İşte o zaman anladım ki eskiye döneceğiz bugün. Annem bana daha önce defalarca bahsetmişti çocukluğundan gençliğinden ve evliliğinin o zor yıllarından. Ama bugun somut örnekle gelmişti.
Elinde yeşil bir kumaş parçası tutuyordu. O günden önce sorsanız şu erkek halime’’ bu nedir’’ diye, bir cevap veremeyebilirdim. Baktım annem susuyordu bu sefer ben sordum:
‘’Ne ki bu?’’
‘’Bu benim duvağım’’
‘’Böyle duvak mı olur anne?’’
‘’O zamanlar böyleydi. Kız evden çıkarken böyle takınırlardı’’ dedi aynı zamanda başını bu duvakla tekrardan örterek. Onu izliyordum dikkatli dikkatli.Sonra duvağı başından alırken lekeleri gösterdi;
‘’Bak bunlar da gözyaşlarım’’
‘'Anne onlar siyah leke ama’’
‘’Rimel onlar’’
‘’Hımm’’ diyebildiysem de sadece, bu tıkandığımdandır.
-Sakladım işte, ben ölünce anarsınız beni. Annemin duvağıydı işte bu diye’’
‘’Nerden çıktı ki şimdi anne’’
Gerçekten nerden çıkmıştı ki şimdi bu ölüm lafı. Oda birden soğudu sanki. Bir kez daha tıkandım. Neyseki duvağını katlayıp yerine koydu. Sonra çeyizinden parçalar gösterdi. Kanaviçe nedir ilk o gün öğrendim. Allısı morlusu bir sürü kanaviçe vardı. Hepsinin de ilginç ilginç isimleri vardı: tren yolu, saray süpürgesi , gelincik, anıtkabir, kartopu ve niceleri...
‘’Çok çeyiz getirdim ben babana gelirken.hepsini de gündeliğe giderek yaptım.dedenizden isteyemezdim ki’’
‘’Valla ha marifetli kadınsın anne’’ dedim. Annem gerçekten marifetli bir kadındı. Birkez daha gurur duydum annemle.
‘’Anne şimdi bu tarz eski şeylere çok tamah ediyolar, bunların çok alıcısı olur’’ dedim ama o anın hassasiyetine uygun cümleler olmadığını anladım hemen:
‘’Evet hakketten öyle’’
‘’Ama bunlar satılmaz ki, bunlar çok kıymetli’’ dedim. Gerçekten de öyleydi.
‘’Evet nasıl satılsın bunlar’’ dedi sanki biraz da rahatlamıştı.
Sonra yastıkbaşlarını, çetikleri, örme çorapları, yazmaları, iğne oyalarını, yatak örtülerini, masa ötrülerini, dantelleri gösterdi. Hepsi el emeği göz nuruydu. Herşeyden iki parça vardı:
‘’Yarısı abine, yarısı sana; gelinler istediklerini, beğendiklerini alsınlar, kardeşine zaten verdim’’ dedi sanki vasiyet edermişçesine. Birkez daha tıkandım. Sesimi biraz yükselterek;
‘’Anne şimdi kız anneleri bile bu kadar çeyiz yapmıyor, ne gerek var ki’’
‘’Olsun’’ dedi
Sonra sandıktan çıkardıklarını tamamen yerine koyana kadar yanında bekledim ve onu izledim yüreğim burkula burkula.

Tasvire Şayan Çocukluğum VIII: Bir Kütüphanenin Kuruluş Öyküsü.

‘’Neden C’ler K, W’ler de V diye okunuyor ki’’ diye sordum.
‘’Öyle işte,kural bu’’ dedi aile tanıdığımız.
Küçüktüm daha. Aldığım ilk hediyelerden birisiydi Charles Dickens’ın Oliwer Twist’i. Ciltli ve eski bir kitap. Sayfalarından birkaçı eksikti.
‘’Zaten romanın gidişatından anlayacaksın eksik kısımlarda neler olup bittiğini’’ dedi.
‘’heee’’ dedim sadece. Sevmemiştim bu durumu.
Ben de ikinci kitapla ilgilenmeye başladım. Bir öykü kitabı; Ömer Seyfettin’in Falaka’sı. Kapağının üstünde kabasakallı şişman bir adam, elinde sopa gibi birşey, epeyce de sinirli. Neden kızdığını merak ettim.
‘’Sonra okurum ben bunu’’ dedim ve üçüncü ve son kitaba geçtim; Keloğlan ve Ali Cengiz oyunları. Kitap tahmin edersiniz ki bir masal kitabıdır. İçinde benim yaşımdaki her çocuğun ilgisini çekebilecek resimler vardı. Daha o gün okudum. Zaten incecik bir kitaptı.
İlk aldığım hediyeler bunlardı ve sahibi olduğum ilk kitaplar. O günden sonra merak saldım kitaplara. Kalınca kitapları okumaya gözüm almasa da o küçücük köy okulunun kitaplığını tek tek elden geçirdim. Öğretmenimizin düzenli olarak yaptığı hızlı okuma yarışmasında birinci olmaya başlamıştım bile. Benim kadar alakalı biri de yoktu zaten. Her dönemin başında sınıf başkanlığına aday gösterilsem de, kitaplık koluna seçilmek isterdim. O küçücük kitaplığın anahtarını elimde tutmak isterdim nedense. Ulvi bir görevmiş gibi.
Sonunda kendi kitaplığımı oluşturmaya karar verdim. Bir gün eve gelip çekyatın bir bölmesini tamamen boşaltıp kitaplarımı dizdim. Elimde sadece bahsettiğim üç kitap vardı gerçi. Bunların yanına ‘ünite’ dediğimiz haftalık dergilerimi, ders kitaplarımı ve defterlerimi koydum. Bir de amcamın oğlundan okumak üzere ödünç aldığım çizgi romanlar vardı; Çelik Bilek, Zagor ve illaki Redkit. Doğal olarak o yaşlarda hala resimli şeylere ilgi duyardım. Bu kadar küçüktü işte kütüphanem. Zamanla benimle büyüdü. Ama o üç kitap hala yoktur elimde. Ne oldular,nereye gittiler hiç bilemiyorum.
İşte bu da bir kütüphanenin kuruluş öyküsü.

8.11.2011

Being Given Up


S:Seninle konuşmak güzel
B:Seninle de
S:Yine de birşey söylemeliyim
B:Nedir?
S:Birbirimizle aşık olmadan konuşalım olur mu?
B:...
S:...
B:Bunu neden baştan söylemedin?
S:Bilmiyorum


Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak



"karpuz kabugundan gemiye binerseen çabuk batıveemiş"

Bir rüya gördüm dün gece

Bir rüya gördüm dün gece. Köydeki evdeyim. Yanımda biri daha var ama yüzünü seçemiyorum. Galiba bir de kahvaltı sofrasının başındayız. Çay bardakları var sanki. Dumanı tütüyor. Sonra kapı vuruluyor. Bir adam geliyor, postacı galiba. Yanlış hatırlamıyorsam, gülümsüyor da. Bir çanta veya poşet gibi birşey uzatıyor bana. Tahminim yok o anda. Odaya dönüyorum. Paketi açtığımda içinde hepsi aynı boyutta ve kalınlıkta kitaplar görüyorum. Hepsi renkli renkli ve göz alıcı kapaklara sahip. Yaklaşık on taneler. Sonra anlamaya çalışyorum. İçlerinden iki tanesinin üstünde şiirlerimden iki tanesi yazılı. Şaşırıyorum. İçim içime sığmıyor. Taşıyorum. Sonunda basıldı diyorum içimden. Sonunda...

5.11.2011

Eternity and a Day

''-Yarın ne kadar sürer?-Sonsuzluk ve bir gün kadar''

''Neden, anne hiçbir şey beklendiği gibi olmadı? Neden? Neden çürüyüp gider insan… sessizce acıyla ihtiras arasında parçalanarak? Ben neden hayatımı sürgündeymiş  gibi geçirdim? Kendi ana dilimi konuşma şansım varken… Kendi dilim varken…Hâlâ kayıp kelimeleri bulabilecek…ya da sessizliğin içinden unutulmuş kelimeleri çıkarabilecekken. Neden sadece ve sadece…kendi ayak seslerimi duydum evin içinde? Neden? Söyle bana, anne…insan neden bilmez nasıl seveceğini?''

4.11.2011

Aşk


















Şimdi sen kalkıp gidiyorsun
Git Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin

Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
 Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik