30.09.2011

SEN BEYAZ BİR KADINSIN

asıl büyük sarhoş benim uzaktaki
ben ki tek damla şarap içmedim
ekmeğin beyaz zeytinin siyah olduğunu biliyorum
asıl büyük sarhoş benim uzaktaki
benim kusturucu sarhoşluğum yoksulluğum
yüzüme bakmasan da yağmura düşürsen de gözlerini
gözlerime bakmasan da ne kadar
o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor
uykularımda nefesinin sıcaklığı o kadar
hangi akşam kapımı çalan sen değilsin
sen değil misin
gizli bir kıvılcım gibi gözbebeklerimde duran
umutsuzlandığım her akşam
senin rüzgârın almıyor mu uğultulu yorgunluğumu
yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman
ellerimden sımsıkı tutmuyor mu senin iyimserliğin
ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum
senin için dokuduğum basma ve pazen
denizin yeşilinden süzdüğüm balık
göğün mavisinden çaldığım kuş
senin için
felsefe okudumsa iktisat okudumsa gece yarıları
boğazım kurumuş içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus’dan
senin için okudum geceyarıları
sen beyaz bir kadınsın uzaktaki
gözlerin aklımdan çıkmıyor
sen beyaz bir kadınsın karanlıkları dinleyen uzaktaki
sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda
yorgun başını üşümüş yastığına koyuyor musun
uyuyor musun


Kürk Mantolu Madonna


beklemek...yorucu..
hele bir de gerceklesecegi kesin degilse..
birseyi beklemek insanin ozguvenini zedeleyen, kendini degersiz hissettiren bi durum
bekletene karsi ofke buyuyor insanin icinde
vazgecmeye, birakip gitmeye cagiriyor o ofke
egonu en cok rahatlatan da o -gidebilirim-
tabi sonra vazgecmis olmanin verecegi vicdan azabi var
"dayanamadin kactin!"
belki cok az kalmisti -belirsizlik-
30 yildir ayni sayilara loto oynayanlar, çocukluk askini 7 kitada arayip bulanlar..
birseylerin olmasini salakca bir guvenle bekleyenlere bu yuzden salakca bir hayranlik duyuyoruz
yeterince sabirli olursak bekledigimiz seyin mutlaka gerceklesecegine inaniyoruz, o hikayelerle buyumusuz..
monte cristo kontunun 200 yil sonra 30. kez filmini cevirip hayranlikla seyrediyoruz
oyle bir inaniyoruz ki basaranlarin vazgecmeyenler olduguna...
oysa vazgecmenin utanilacak hicbir yani yok
beklemekten arda kalan ne kadar ulu ne kadar mistik ve hayranlik uynadirici insanlar oldugumuzu anlatan masal külliyatiyken
rasyonel olan herseyin gayri ahlaki oldugu, kolay yolun basmakalip dusunceyle her zaman yanlis yol oldugu neden hep suratimiza vuruyor?
peki ya biz birseyleri safca beklerken elimizden kacanlar...
belki de edebiyat bunun icin var
vazgecemeyecek kadar korkak olanlara kendilerini iyi hissettirmek icin..

sevgi neydi hakkaten?

Kürk Mantolu Madonna dan alıntıdır

28.09.2011

Kahve



Kahve ocakçısı olacak adamdım ben
Gel gör ki, kahvenin rengiydi gözlerin
Ben hiç bir kahveyi taşırmadan pişiremedim

Her defasında taştı kahve cezveden
Ve kokusu özlemin
Şimdi uykuda kahve çekirdeği
Herhangi bir dağında Yemen’in

Kahve, ah kahve
Köpüğü olmasa da, fena değil hani
Gözünden içmek iyi oluyor seni


Oda


27.09.2011

Portakal


Evimizi çevreleyince kış
Portakalları hatırlarım
Ve yıldızlara fırlattığımız kabuklarını
Perdeleri pazen bir pencereden
Bütün portakal olurdu gökyüzü
Bilmiyorum, hangi sabırlı ressam boyardı yıldızları
Öyle ki,
Ağaçlar ve böcekler güneş açtı sanırdı
İşte tam da o zaman
Yeşerirdi bahar
İçi ısınırdı kibritçi kızın
Kurtulurdu kuzu kurttan
Erirdi yağmurda tuzdan evler
Sonra ninemi hatırlarım
Ekmeğini portakal suyuna banmış
Ve turuncu ellerinde masalları ve öyküleri
İncecik gezinir gibi yıldızların arasında
Sanki cam üzerine çizilmiş gibi

Ne Gerek

Şimdi hangi erklik serde
Ağlamayı huy edinene
Sokağa çıkacak
Hangi yüz gerek
Gönlünü bir güzele vermişe

24.09.2011

Bokluk



"İçerimde bir bokluk var
Yıkıyorum, yıkıyorum, yıkılmıyor"

Can Yücel
("Fitilli" şiirinden)

21.09.2011

Serçe


Ve pencereler...
Gecelemek için en güzel yerdir
Göç etmeyi bilmeyen
Yuvasından ayrılamayan
Bir bir serçe için
Bu yüzden hüzünlü öttüğü söylenir bir serçenin


17.09.2011

Bizim Büyük Çaresizliğimiz



Bilen bilir, izlediğim bir filmi tekrar izlemem için aradan uzun yıllar geçmesi gerekir ama daha dün gece izlediğim 'Bizim Büyük Çaresizliğimiz' adlı filmi tekrar izleme isteği duyuyorum bu satırları yazarken dahi. Sebeplerini düşündüm de; acaba Ankara'yı mı özledim, pek tabi olabilirim ve anladım ki  Ankara kışında Kuğulu Park'a gitmemek benim büyük kabahatim. Belki bir gün giderim. sadece Ankara değil emin değilim ama filmin bir sahnesi de Amasra da çekilmişti- hani Ender ve Çetin'in Nihal'e aşık olduklarını birbirlerine itiraf ettikleri sahne- sanırım. Ankara aşık olmak için güzel bir şehirdir. Ha:)karlı bir kış günü Kuğulu Park'a gitmiş olsaydım bir de yanımda karşı cinsten biri olsaydı hiç şüphesiz aşık olurdum. Ben sanırım altı sene boyunca Ankaranın farklı mekanlarını kullandım aşık olmak için. Kullandım demeyelim, öyle tekabül etti. Amasra ise bir bir aşkı itiraf etmek için olası en iyi yerdir. Sevdiğine, kendine, bir başkasına, arkadaşına hiç farketmez. Ben kendime etmiştim bir zamanlar. O zamanlar Enver ve Çetin yek vucut oturuyorlardı yine denize nazır bir yerde ellerinde sigarlarla. Ben mizac itibariyle Enver, şekil itibariyle de Çetin olduğumdan ikisini bir gibi düşünmekte hiç zorlanmadım. Filmin ana fikirlerinden biri de buydu sanırım. Dostluğun bir kademe üstü: birlik. Birlikte dinlenen müzikler, pişirilen taze fasulyeler, beraber içilen sigaralar, aynı kıza duyulan aşk ve nicesi. İmreniyor insan, keşke diyor -böyle bir dost, ankarada böyle bir ev, sonra o kitaplık ve nihal- insan filmin büyüsüne kapılınca. Ama en nihayetinde film. Zira gerçek hayatta bir aşkı paylaşabilecek iki dost pek mümkün değil.

Kısacası güzel bir filmdi, vaktiniz olursa izleyin derim... Film boyunca yapılan edebiyat yorumları araya serpiştirilen şiirler de cabasıydı.İşte onlardan biri:

“şiir mi? şiir?
çok isterdim ama yapamam. şiir yazamam. okumak kimilerine yazmayı öğretir. bana ise yazmamayı öğretti.”
  

15.09.2011

Şairdir, Yapar


Ağladığını sorgulamıyorum bir şairin
Şairdir ağlayacak tabi
Kelebekler üşüşecek kirpiklerine
Ağladığında şiir kokacak
Kırkbir senesini verdiği şehir
Ve ölümüne içecek  sigarasını
Son nefesine kimse yetişemeyecek
Ama neden içiyor diye sormayacağız
Şairdir çünkü elbet içecek
Sigarasını sorgulamıyorum bir şairin

Uğur Böceği


Daha kışın ortasında,bir uğur böceği konuverdi sol omzuma:
‘’Şanslı mısındır?’’ diye sordu
‘’Şanslıyım galiba’’ diyerek güldüm.

11.09.2011

Protokol


dostluklarımı, dostlarıma endişelerinin yersiz olduğunu anlatırken harcadım. dostlarımın olmasının tek sebebi ise iyi bir dinileyici iyi bir telkinci olmam diye düşünüyorum şu vakitler. ben hariç herkesin rahatlamaya ihtiyaçları vardı. biraz 'o sınavdan iyi not alacaksın ve o dersi geçeceksin,saçmalama işe seni almayacaklar da kimi alacaklar,bir kere şöyle, böyle...' denilmesine ihtiyaçları vardı. nitekim öyleydi de. dediğim herşey doğruydu. ama endişelerin bile protokolu olurmuş arkadaşlar. kolkola yanyana yaşanamaz endişeler.hele anlatılması ve ciddiye alınması daha zordur. neden mi ben hep sustum ağzımı açtığım gibi susturulacağımı bilerek ve o dersten de kaldım zamanında, sevdiğim insan da sevmedi beni, ve hala işsizim şimdi.
istisnalar kaideyi keşke bozsa...


9.09.2011

ELLERİN




Ekmek gibi ellerin var
Sıcacık
Seni niçin sevmeyeyim?

ŞAŞKI


Şaşı bir aşkla seviyorum seni
Ne zaman dudaklarımı dudaklarına götürsem
Gördüğüm bin olur
Öptüğüm milyon
Üstelik üstünkörü öpemem hiçbirini
Dudak büküp kalmasın diye dudakların
Ve ne zaman yolum gerdanına düşse
Senin boynun ağarırken öpülmekten
Benim yüzüm kızarır
Tıraşım uzar
Saçım başım toz duman
Bir keresevmeye görsün insan seni
On değil, yüzdeğil milyon olur bir sevi
Şaşı bir aşkla seviyorm ben seni


8.09.2011

Öyle bir çık ki karşıma


Öyle bir çık ki karşıma  
''Her baktığımda ilk 
defa görüyormuşum gibi, 
az kalsın ölüyormuşum gibi'' 
Hissedeyim seni...!

4.09.2011

Gitmek



Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Can Yücel

Trakya Çingenesi

Beni fazlaca yanlış bulabilirsiniz bayan
Doğrudur  çingenelerin akşam rakılarını yağmaladığı
bir gecede doğduğum ama
bir trakya çingenesiyim sadece
Rüzgalardan nasibini almış ilkel bir adamım
Ve savrulup duruyorum
Anason kokan ambarların çilingir sofralarında

Beni fazlaca esmer bulabilirsiniz bayan
Nitekim doğrudur  da
Ama benden daha iyi kim bilebilir
Beyaz bir gerdanın kıymetini
İflah olmaz bir serseriyim belki
Sizinle terlemekten bıkmayan
Ve oldukça memnunun  kalçalarınızın dolgunluğundan

Dilimi hiç anlayamıyor da olabilirsiniz bayan
Ama bir seviyi her dile eksiksiz çeviriyor gözleriniz
Gözleriniz bir ateş müSvettesi
Yakmaktan başka çare yoktu  rumeliyi
Bilmiyorum neden bana suçluymuşum gibi bakıyorlar
Oysa bir yalnıştı, çokça sevmiştim sizi
Sadece bu yüzden bile
Azıcık adam sayılmaz mı bir trakya çingenesi

Rumeli' ydin

I

Ne ellerimin cesareti vardı
Ceplerimden çıkmak için
Ne de benim
Yüzüne bakabilmek için
Esmerdim bir de ben
Hem de herhangi bir burgazında rumelinin
Çaresiz baharı beklerdim
Ve papatyaları
Aşkımı ispatlamak için

II

Güneş batarken
Kırmızı siyah muşambalı masanın üstünden
Olanlar olmuştu
Ne kadehte buz kalmıştı
Ne de şarköyde rüzgar
Sakindi ya saçların
Öyle sakindi rumeli
Devrilmiyordu sandalyeler
Çalınmıyordu yere buzlu rakı kadehleri


III

Tenin hep Rumeliydi senin
Düşleriminin ayçiçeğiydin
Dokunmaya kıyamazdı ya insan
Öyle yarım kalırdı hasat sevinci çiftçinin
Bir de bakardın yaz geçerdi
Öyle sermestik ki teninden
Ancak anlardık
İnsanın terini silerken güz yeli
Yüreciğimizin tokluğuyla sevdik seni

IV
Batır beni inişte
Beyler siz de devirin ıstakaları
Kızmayın bir de
İyidir elbet,
Latifin tavşan kanı çayı
İniştenin sarma cigarası
Ammavelakin,
Kırlangıçlarla haberi salınan bu ses
Hiç de yabana atılır cinsten değildir.

Sesin hep Rumeli'dir senin

V

Ellerin hep Rumeli'ydi senin
Rakının bardakta kalan beyazlığı,
Sahilde martıların beyaz toplanışıydı
Ve ne zaman Tekirdağ ellerine kavuşsa
Fırınlara koşardı sarışın çilli çocuklar
Öyle sıcacıktı ki ellerin
Buharlaşacak sanırdım bu şehir
Aldırmazdım çayın soğukluğuna
Garsonların ilgisiz oluşuna