30.11.2010

Aç Gözlerini...

Aç yumduğun gözlerini
Geldim ben, korkma
Bir kucak dolusu yeşil elmayla
Korkma, doldur avuçlarımı yanaklarınla
Hadi ver elini, nereye istersen gidelim
Hava güzel mi güzel
Hadi şu fingirdek güneşin başını bağlayalım
Böyle güneşli olsun diye her günümüz
Hiç gitmediğimiz yerlerde
Hiç olmadığımız gibi olalım
Mesela sek sek oynayalım çıplak ayakla
Olmadı, bir bahçenin duvarından aşarız
Şanslıysak bir elma bahçesi bile buluruz
Bir serçenin peşinde daldan dala konarız
İstersen falcıların kürelerini kırarız bir bir
Duacımız olur
Oltanın ucundaki balıklar
Uzaklaşan balonun ardından bakan çocuklar
Gözleri vitrinde kalan Esma
Evine eli boş dönen Veli amca
Aç gözlerini sevdiğim
Buradayım ben, korkma
Ve korkutma
Balıkları, çocukları, esma kızı ve veli amcayı
Evde kalmış güneşi
Ve gözlerinden mahrum beni…

28.11.2010

Şayet

Şehir dalgın uyuyor
Benimse gözlerim şiş
Bir sokak lambasının ışığında
Seni bekliyorum
Dilimin ucunda bir itirafla
Hava biraz soğuk,
Ilıman mevsimlere hazırlanan ellerimi
Ceplerime sokuyorum şimdilik
Aklıma o şarkının nakaratı geliyor
Mırıldanıyorum
Sürükleniyorum benden sana
Birazdan diyeceklerimi düşünüyorum

''Gelir misin benimle?
İzler misin o filmi?
O filmi benimle izler misin?
Benimle o filmi izlemek ister misin?
Ve ben seni sevsem şayet
Sen de beni sever misin?''


27.11.2010

The Dove's Lost Necklace


''Yazmak, sonsuzluk ritmini veren ve görünenle görünmeyen kelimeler arasında zincir kuran bir eylemdir. ZAHİR ve BÂTIN. Harf bizim ibadetimizdir. Bu şekilde hat, ilahi güzelliğe kanıt olur.''

-Yaşlı adam senin niçin sırtın bükük?
-Gençliğimin üzerine eğiliyordum, onu bulmak için..


26.11.2010

Bir 'Ben'

Ağladığım vakitler,
Gözyaşımın güzergâhında,
Tam sol elmacık kemiğimin üstünde,
Gözüme doğru birazcık da
Bir minicik esmer ‘ben’im olmuş olsa
Adını ‘sen’ koyardım.
Senin olması için,
Düşürdüğüm her yaşın günahı ve ıslaklığı
Ben böylece arınırdım.
Sen öylece ıslak…

24.11.2010

''Eda''

Güz güneşi can verdi toprağa
Adını ‘’Eda’’ koyduk.
Bana merhaba dedin, duydum.
Derken, yağmur düştü iplik iplik,
Kirpiklerinin önündeki bulutlardan
Kırk tas suyla arındı sonra dünya,
Kötülükten ve umutsuzluktan
Çirkinliğinse örümcekler tuttu başını
Yüreğime de dökül suların en azizi
Seyrelt yalan sevdaların acısını
Tut elimden bebek
Yumuk ve küçük ellerinle
Sayende umut da elle tutulur oldu artık
Kırk yıllık bekleyişimin akranısın bebek
Vakti geldi…
Artık türküleri, şarkıları çıkar kınından.
Ve emekle şiirin en güzel yerinde
Nasıl yazılmasın sana şiir
Kadifedir başın, pamuktur yanağın
Öyle güzelsin, öyle eşsizsin…
Anandan başka nakkaş yoktur gayrı
Ve ninen bıraktı nicedir iğne oyasını
Görünce sencileyin güzelini
Ana rahminin bu tarifsiz hünerini.

17.11.2010

Bilsem

Bakma yüzüme dilber
Sorma sözcüklerim nerede
Ah ne cüretkâr bir adamım ben
Daha baştan ürküttüm cılız sözcükleri
Ağır geldi böylesi
İki yakası kavuşamadı hiçbirinin
Çaresizce Sustular
Israrla Gittiler
Adımları kaldı yakışığı gecede
Yorgun pürumar ve yalpalayan
Ve ayak sesleridir duyulan
Belli dönüşlüğü yoktur yolundan
O yüzden bakma dilber yüzüme
Bakma ne olur
Bilsem hiç söyler miydim?

16.11.2010

İbrahim


ibrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrahim
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrahim
gönlümü put sanıp kıran kim



12.11.2010

İhtimal ya...




Dersin ki ‘buyur dost’
Yine de arkamdan gelme, yanıma iliş
Güleceksek birlikte gülmeliyiz
Hayalperest de olabiliriz mesela
Ben bilmiyorum kaç zamandır hayal âleminde yaşadığımı
Biri var çok beğeniyorum
Dersin ki ’’anlat hele birader’’
Anlatayım, anlatayım da…
İçelim önce, ama güzelleşmeyelim
Güzellik ona mahsus
Öyle bir güzellik ki,
Gülün alevindendir dudağı
Su dediğin değmez gibi dudağına
Saçı çapkın bir samyelidir savrulduğunda
Artık kim korkar kurnaz kavak yellerinden
Gelsin vursun beni yerden yere
Narçiçeğindendir entarisi
Yürürken döker eteklerinden çiçeklerini
Entarisinin altında bir iman tahtası
İmana geldiğim, secdeye vardığım
Sesi sonra, şairin şiiri gibi nakış nakış
Yüreğimin kıyısına oyaladığım.
Gülüşü onun, sebebine küfrü uçurumlardan yuvarladığım
Dersin ki ’’ yakışır, içelim güzelleşmesek de’’
İçelim de,
Bu kent ne zaman bozkıra meyletse
Onu ağlatıverirlermiş ince ince
Boşuna değilmiş dudağının suya hasretliği
Öyleyse dağılmasın efkârım
Ve su yok sana bardaktaki rakım
İhtimal ya…Ya sadece bunun için ağlatılmışsa yarim

8.11.2010

Bilmem ki


Sorduklarında bana
‘’Senin efkârın mavi mi, yeşil mi, kara mı?’’ diye
‘’Bilmem ki’’ derim.
Hiç bakamadım gözlerinin içine kadınlarımın
Fazla köylüdür utangaçlığım
Bu betonarme aşkların karşısında

5.11.2010

Ey Güzel

Sabah olmaya yakın.
Güneş ki el pençe divan karşında.
Bekleyedursun!
Ben kelebekler olmadan uyanamam.
Konacaklar burnuma, yanağıma,
Öpermişsin gibi…

Güneş doğarsa, şimdi doğsun!
Hazırım!
Ben senin olduğun taraftan uyanacağım,
Hayır olsun diye günüm.
İlk gördüğüm gözlerin olacak.
Yüreğimde bir ‘’bal acısı’’.
‘’günaydın’’deyişin, sesin…
O telli duvaklı şiirler gibi.
Kırlangıçlarla göğe gönderdiğin dua gibi.
Ellerin senin; en aldırmaz ateşi uzun kışların.

Ey güzel!
Aşk var belki ama yok işte olmadığın gibi
Ve sen ya uyu şiirlerimin koynunda
Ya da tertemiz tarafından uyan yatağının…

Kalp Yarası

Her yanım bıçak kesiği
Gördüğün kan karası
Kapanmıyor dinine yandığımın kalp yarası
Ağlıyor adamın anası
Duydum ki görmüşler oynaşta seni
Nefesinde el oğlunun nefesi
Takmış beşi biryerdeyi kahpe
Kaymak gerdanlarına

Şaştı iyice bende endazesi kantarımın benliği
Neyle tartayım gidip sıyırayım gördüğüm ilk entariyi
Öldürene kadar aldatayım

Öyle olmuyor böyle de olmuyor
Sığmıyor bu benim meşrebime vesselam
Bu değil anamın ben diye büyüttüğü
Uymuyor adamlık hamuruma böyle intikam

Ah ne zormuş sevdalanması bir erkeğin ağlaması
Seçmedim yaşadım verileni hayat diye
Dibe vurdum lanet olası
Şimdi arkamdan atıp tutuyorlar
Karı gibi acı çekiyor diyorlar
Ben oluk oluk kan kaybında onlar adamlığı inkar zannediyorlar
Soframda her gece bir erkek mavrası sevgili çoktan suyun öte yakasında
Bundan daha çok kaybedemem
Şimdi sıra insan gibi acı çekme faslında

Öyle olmuyor böyle de olmuyor
Sığmıyor bu benim meşrebime vesselam
Bu değil anamın ben diye büyüttüğü

Uymuyor adamlık hamuruma böyle intikam


sermiyan midyat

4.11.2010

Kırık Kibrit


yorucu, başarılı, güzel, ve sonunda eğlenceli bir gündü...güzel kısmına gelince, sunay akın'ın hakkını yememek lazım bu noktada...sevdiğin bir şairi ön sıralardan dinlemek ve izlemek...güzeldi...
bugünün anısına bir şiirini paylaşmak lazım gelir;

Kırık Kibrit

Her kapı eşiğinde
çocuk mezarı diye takıldığınız
45 numara ayakkabılarımla
içinde etleri çürüyen
bir çocuk cesedi taşıdığımı
nasıl da bildiniz

Hiçbir bardakta
dudak payı bırakmadınız bana
bir kaşık sesini
bile çok gördünüz
şekersiz içerek
çaylarınızı

Bakarak yürüdüm oysa balkonlara
göz göze
gelebilmek için
çamaşır ipinin arkasına astığı
iç çamaşırlarının
ıslaklığına sürünerek
kanaryasını güneşe çıkaran
bir kadınla

Yanıma yaklaşıp kibrit istediğinizde
ıssız bir adaya düşen
yalnız adamın
dumanı görülsün diye yaktığı
ateşiydi sizlere
uzattığım

Ve siz
her seferinizde
sigaranızı yaktınız
ama açıktan geçen gemiler gibi
yanınıza beni almadan
gittiniz! ..
Sunay Akın