Tüm insanlar yaratıcının tinsel birer çocuğudur aslında. Yaratıcı hepimizin topraktan bedenine kendi ruhundan üflemiş, hepimize kendinden birer parça bahşetmiş ve yeryüzüne indirmiş. İnsan, en başta da Adem, daha en başta biliyordu tabi yaratıcının çocuğu olduğunu. Ama bu bilince vakıf olmak kâfi değildi hiçbir zaman. Bir şeyi bilmek ve tecrübe etmek farklı şeydir. Bir insan ne kadar iyi bir insan olduğunu bilse de bunu tecrübe etmedikten sonra iyi bir insan değildir pratikte. Bir çocuğun kendi zekâsının farkında olup yine de bunu tecrübe etmeyip sınavlarından kötü not alması gibi. Bu örnekten yola çıkarsak ‘hayat bir okuldur’ denir de durur. Hayat bir okul bir öğrenme yeri değildir dostlarım, tabi kendi fikrimce. İnsan olarak biz her şeyi biliyoruz zaten, yaratıcının ruhundan parça taşıdığımız için. Ve zaten bildiğimiz bir şey için okulda dirsek çürütmeyi hangi çocuk ister. Tüm esma Âdem’le birlikte indirilmişti zaten. Tüm bilinç hazırdı el altında. Tam da bu noktada Sokrates de bir anlamda haklı çıkıyor edinilmiş bilgiyi yadsıyarak ve en temel şeyin var olan bilgiyi nasıl ortaya çıkaracağımız olduğunu savunarak. Biz öğrenmeye gelmedik dostlarım. Biz bildiğimizi hatırlamaya ve sonrada bildiklerimizi tecrübe etmeye geldik. Âdem zaaflarına kapılıp, bildiğini unutup yasak meyveyi yediği zaman ona hatırlatmak gerekti. Gerekti ve dünyaya, bu fiziksel everene gönderildi. O gün bu gündür insanoğlun tek arzusu tüm bildiğini fiziksel deneyime dönüştürmektir. Fiziksellik ise zaten bildiğimiz kavramları deneysel olarak bilmenin en yararlı yoludur. Bu bağlamda Adem’in dünya ya gönderilmesi bir ceza değil bir fırsat, bir hatırlatma gayesidir. Olanı bildirme çabası bir nevi. Peki, kolay mıdır bu zaten olanı bilme işi. Olmasa gerek. Olanı anlamak için olmayanı bilmek gerekir. Tıpkı neptün’ün keşfindeki gibi. 1821 yılına kadar uranüs’ün yörüngesine dair yapılan araştırmalarda her şey olması gereken gibi ve Newton kurallarına uygundu. Fakat o tarihten sonra eski ve yeni araştırmalar arasında azımsanmayacak bir farklılık olduğunu görmüşler fakat bu var olan sapmaların nedenini sağlam bir zemine oturtamamışlardır. Ele gelir tek sav bilinmeyen yeni bir gezegenin uranüsün yörüngesini değiştirmesiydi. Bilimciler genelde bu sav üzerinden gittiler. Yine de bu yeni gezegenin saptanması devrimsel sayılabilecek çalışmalar sonunda olabilirdi ve acilen yapılan araştırmalara göre Neptün 1846 yılında keşfedildi. Sonuç olarak bilimciler var olan bir problemin yani yörüngedeki sapmaların nedenini olası fakat kesinleşmemiş bir sav üzerinde durarak bulmuşlar ve Neptün’ü keşfetmişlerdir.
Olan ve olmayan iç içedir her zaman. Salt iyinin olduğu bir evrende iyi olanı fark etmek sadece kötülüğün de mevcudiyetiyle mümkündür. Neale Donald Walsch ‘in kitabından alınan şu örnekte de olduğu gibi;
Bir zamanlar kendisinin ışık olduğunu bilen bir ruh vardı. Yeni bir ruhtu ve deneyimlere açlış duyuyordu. "Ben ışığım" diyordu. "Ben ışığım" ama ışık olduğunu bilmesi ve söylemesi deneyimin yerini tutmuyordu. Ruhun çıktığı kaynakta yalnızca ışık vardı. HER ruh yüceydi, her ruh harikuladeydi ve her ruh benim ışığımın göz kamaştırıcılığıyla parlıyordu. Bahsettiğim minik ışık güneşte bir mum gibiydi. Kendisinin de parçası olduğu Büyük Işığın ortasında kendisini göremiyor KİM ve NE olduğunu deneyimleyemiyordu.
Minik ruh kendisini bilme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Arzusu öyle büyüktü ki, bir gün ona, "minik ruh, bu arzunu gerçekleştirmek için ne yapman gerektiğini biliyor musun?" dedim.
"Oh, ne yapmam gerekiyor Tanrım? Ne? Her şey yapmaya hazırım!" dedi küçük ruh.
"Kendini bizden ayırmalısın ve kendine karanlığı çağırmalısın" dedim.
"Karanlık nedir?" diye sordu minik ruh.
"Sen olmayan" dedim ve ruh anladı.
Ve ruh kendini bütünden ayırdı. Bir başka boyuta geçti. Bu boyutta ruhun kendi deneyimi için her türlü karanlığı çağırma güü vardı.
Ruh karanlığı çağırdı ama karanlığın tam ortasında haykırmaya başladı:"Tanrım, Tanrım beni niye unuttun?"
Bu nedenle karanlığa ışık olun, karanlığı lanetlemeyin. Siz olmayan şeyle çepeçevre kuşatılmışken kim olduğunuzu unutmayın. Değiştirmek isterken bile yaratıcılığınızı taktir edin. En zorlu anlarda yaptığınız seçimlerin en büyük zaferleriniz olacağını bilin. Yarttığınız deneyimler kim olduğunuzun ve kim olmak istediğinizin göstergesidir.
Neale Donald Walsch
Kendimizi tecrübe etmek için geldiğimizi unutmamalıyız. Bu belki bir sorumluluk ve fazladan bir çabayı gerektirir. Ama kendimizi bilmekle yetinmeyerek hepimizde var olan o tanrısal iradeden bir parçayı tecrübe etmeliyiz. Yani kendimizi. Böyle böyle biçimlendirmeliyiz. Yapmalıyız önce ama sonra yıkmalıyız belki yeni yeni tecrübe edecek bir şeylerin var olduğunu bilerek. Tek gayesi kendini bilmek ve dolayısıyla Allah’ı bilmek O’na ulaşmak olan tasavvuf öğreticilerinin ‘Olmak için ölmek’ dediği gibi ölmeliyiz ama her defasında kendimizi biraz daha bilerek hatırlayarak ve yeni doğmuş gibi.