Çocukken ressam olmak isterdim. Şehir pazarından boyama
defterleri suluboyalar ısmarlardım anneme. Gözlerimi Burgaz minibüslerinin
yolcularını bıraktığı köy meydanına dikip sabırsızlıkla beklerdim gün boyu.
İnsanın büyüyünce dili varmıyor annesine suluboya ve defter ısmarlamaya. Büyüyünce
iş aramamız gerekiyormuş. Ben de bu sebeple iş arıyorum...
Genç oldum, yine ressam olmak istedim ama bu sefer başka
şeyler de olmak istedim. Şiir karıştı kanıma; şair olmak istedim. Daktilo
istedim. Fotoğraf makinesi istedim. İstedim ama hiç dile getirmedim işte bu
yüzden tek bir amaç doğrultusunda dirsek çürüttüm. Madem ressamlık veya
yazarlık para getirmeyecekti- öyle demişlerdi çünkü- ben de başka meslekler
edinip tüm kazancımı daha iyi bir hayat için harcamalıydım. Daha iyi bir hayat
ise benim için resimdi, şiirdi, fotoğraftı, kışların peşinde koşmaktı, muzikti.
En güzel yıllarımı bu amaçlar doğrultusunda feda ettim belki, hem neydi? Sevgi
emekti...
Biraz daha büyüdüm. İsteklerime yenileri eklendi; seyehat
etmek istedim. Çünkü en güzel resimlerin, fotoğrafların ve şiirlerin ancak bir
yolculuk esnasında ortaya çıkabileceğini-en azından benim için-gördüm. İstedim
ve sadece hayal ettim. Bir sigarayı tüttüre tüttüre uzaklara bakmayı, bir of çekmek
ve mantarsız şaraplar içmeyi bu yıllarda öğrendim...
Ama başkalarının ismini dahi duydukları zaman uzunca bir
‘’oooooooov’’ çektikleri bir okuldan hem de kimya mühendisi olarak mezun oldum.
Ben adım adım yaklaşırken mezuniyet gününe daha tuhaf bir adam oldum. Yaralarım
büyürken onları bir sır gibi saklamayı marifet bildim hep, hüzünlü bir adam
oldum çıktım neticede. Kendimi konuşmaktan ziyade resim yaparak şiir yazarak
ifade etmeye çalıştım. Daha bir suskun oldum ve daha bir beceriksizleştim insan
ilişkilerinde. İlk tanıştığım insanlaara karşı tuhaf bir soğukluğum vardır hala
ama hepsi endişedir netice de. Çünkü onlar bilmese de biz tanışmadan önce bile
sevmiştim onları. Tüm endişem ve gerginliğim kendimi yanlış ifade etmekti.
Hepsi bu.
Şimdi tüm bu anlattıklarımın yanında biri bir ‘cv’ içinde
kendimi tanıtmaya çalışmak-hem de yabancı bir dilde- ne kadar saçma geliyor
insana. O özgeçmişte ne yazarsa yazsın beni anlatamayacaktır işveren ne kadar
kurdu olursa olsun işin. Her özgeçmiş yolladığımda bunları düşünüyorum. Onlar
kabuğumu istiyor neticede deyip yolluyorum. Şimdiye kadar o yazdıklarıma
nazaran oldukça ‘’ooooooov’’ çekmiş olacaklar ki epey şirket geri döndü. İçlerinden
kafama yatan şirketlerle görüşmeye gittim ve korktuğum başıma geldi. Adı
üstünde mulakattı ve konuşacaktık. Ama ben konuşamadım işte... Onlar da geri
dönmediler.
Yaldızlı ve yıldızlı cv’me tekrar geri dönen bir şirket
olursa bu sefer gerçek beni anlatan bir özgeçmiş ile gideceğim. Belki anlamsız
bulacaklar ama gerçekten beni anlamaksa niyetleri bu gerekli gözüküyor gibi.
Şimdi bu özgeçmişi sizlerle de paylaşmak isterim.
ÖZ GEÇMİŞ
Benim adım Burhan Koç. Arkadaşlarım bana ‘Kadim’ der ama ben
ne kadimim be baki; ben de sizin gibi bir ölümlüyüm...
Çocukken tek derdim resim yapmaktı. Abim bisiklet isterken
babamdan, ben boya defterleri,pastel boyalar,sulu ve kuru boyalar isterdim. İşim
gücüm güzelliklerin peşinden koşmaktı. Kırları dolaşırdım. Annemin peşinden
tarlaya giderdim. Annem olmazsa bir tepeli bir toygar alıp götürürdü beni
kırlara. Ağaçlara bakardım uzun uzun, büyük bir bahçem olsun isterdim, her
türlü meyveden ağaçlarım...Erik ağaçlarım olsun isterdim, kayısı, şeftali, kiraz,
vişne, elma...Ama iğdeyi ve inciri hiç sevemedim niyeyse... Ağaçlara bakmaktan,
tırmanmaktan da, yüksekten korkup inememekten çok şeyler öğrendim...O vakitten
beri çok yükseklere tırmanmamayı huy edindim. Bir serçe ile beraber yaban mersini
yerken keşfettim doğanın güzelliğini, dünyanın bizden başka herkese ve her
şey'e ait olduğunu. İşte eğitim hayatım böyle başladı.
İnsanlara yetmemiş olacak ki tüm koşturmalarım ayaklarımın yere
basması gerektiğini söylediler ve ayaklarımı sürüye sürüye okullara gittim,
okullar bitirdim. Bu kısım çok önemli değil, çoğu insan bunu yapabiliyor zaten!
Benim asıl eğitim hayatım kitaplarla başlar ve ne yazık ki kitapları
geç vakit keşfettim. Ve nasılsa ilk aşık oluşum da, Cemal Süreya ile ilk
tanışmam da aynı vakitlere tekabül eder. O günlerden sonra daha çok kitap
okumaya başladım; Edip Cansever’den, Attila İlhan’dan, Nazım Hikmet’ten ve Deli
Asaf’tan. Sorarsanız bana referenslarınız kimdir diye onların ismini veririm, hepsi
için iyi bir öğrenci olmaya çalıştım. Okudukça sanki daha çok aşık oldum ve
hayattın da insanların da elinden de çok defa yaralı kurtuldum ama hayatta
kalmak sanatsa eğer yine o zamanlar öğrenmiştim, bu yüzden hala aranızda ve
karşınızdayım.
Sorarsanız tüm yarlarımı anlatmaya çalışırım ama yazsam daha
iyi olur. Oldum olası konuşmayı pek beceremedim. Ne zaman biri bir şey sorsa
kağıt kaleme sarılasım gelir hala. Çıkmaz olasıca huy kanıma karıştığından beri,
dünya bir şiir oldu benim için. Yazdım, okudum ve belleğime kazıdım onu. Kendim
belki şair olamadım ama insan olursam şair de olurum diye düşündüm. Tüm yaralara
rağmen insan kalmaya çalıştım. Becerebildim mi? Şimdilik gayet iyi gidiyorum
bence. Ama çokca yalnız da kaldım bunu yaparken, mizacıma hüznü yapıştırdım ama
hüzün olmasaydı insan neşeli de olamaz diye düşünüyorum, hani şair diyor ya: ‘’yalnız
hüznü vardır kalbi olanın’’. O mesele benimki de. Bütün duygularımın kaynadığı
yerden ilk hüzün fışkırır sanki. Ruhum Trakya'ya aittir ne de olsa; köklerim,
umutlarım, acılarım ve olanca hüznüme rağmen şapkadan çıkan tavşan kadar beni
şaşırtabilen koskocaman neşem hep Rumeli’den ötürüdür.
Asıl mesleğim yok, çokça şey olmaya çalışyorum. Tüm
hayallerim gerçekleşmese de durdurak bilmeyen bir düşbazım ben. Bu yüzden beni
tanıyanlar benden bir şey olabileceğini iddia ediyor, bense Kadim olmaktan
mutluyum...Bu kadarı da yetiyor bana ama kimse bunu bir meslek, kariyer olarak
görmüyor. Bu yüzden, ben, Burhan koç, nam-ı diğer Kadim, eğer sizde varsa, sizden
bir iş talep ediyor...Belki bir ressam, bir şair ya da fotoğrafçı olarak değil
ama bir kimya mühendisi olarak...