29.10.2010

Sabahattin Ali




Ödünçtür sana ölüm
Hak edilmemiş her ölüm gibi
Mezar taşın bile yoktur zira
Kim bilir,
Belki çok görüldü dokuz tahta
Sürgünlükten yorulmuş vücuduna
Yine de korkma!
Boşuna değil sırtındaki yara
Vurulduğun vakit,
Boy boy filizler yeşerdi ardın sıra
Rumeli’de, Anadolu’da.
Adı Memet, Sülüman, Osman
Göbek adlarıysa Ali,

Yeniden beklese de sürgünler
Sürgün verdi Ali’ler
Bir Ali’nin öldürüldüğü yerden

Eskici



Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Şimdi ne yapsam nafile! ...
Ve kim demiş 'can eskimez' diye
Bu can tedirgin tende
Can da eskimiş ben de..

Umut Bozumu

Ankara’da yağmur var
Sokakta yağmurdan kaçan insanlar
Ve eziliyor o hengâmede umutlar
Kan doluyor taşların arası
Kaldırım kenarında kandan ırmaklar

Önce sokak, sonra evler ve canlar
Boyanıyor kan rengine
Ve koynumdaki fermanımın mürekkebine
Yağmur ne varsa katıyor kendine
Sel yaşanıyor bu umut bozumu mevsimde
Umut kendine sığınacak bir körkuyu arıyor  
Ve sokak kendine yeni bir isim

27.10.2010

Küstüm Çiçeği

Öylesine bir çiçek
Ölesiye açar
Kimseler bilmez
Dünya mışıl mışıl

Bu çiçek mor açar
Kendi rengine sevdalı
Kimseler görmez
Gözyaşı yeşil akar

Bu çiçek hüzün kokar
Itır ki kıskanır
Avuçlayıp da kara taşı
Sinesine bastırır

Ayazda ıssızdır çiçek
Güneş değmez yaprağına
Ne tanıdık bir ses
Ne sıcak bir nefes

Çapkın bir rüzgâr  
Aklını çelmiş yaprağının
Bir kökü var avunmalık
O da zaten toprağa âşık

Bahar geçmiştir
Mahzundur artık çiçek
Eğer boynunu iç çekerek
Ve gözü toprağa ilişir

Ölmek üzeredir çiçek
Ağlamaz, üzülmez bile
Yapmacıktır kayıtsız oluşu
kaldı ki küstüm çiçeğidir adı.

LAVINIA



Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar,
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.



Özdemir ASAF

19.10.2010

Postal

Zamanın sırtında bir gece
Sokaklarda bir çift postal
Aşkı yeniden yazıyor ince ince
Ürküyor Ankara, korkuyor,
Bilmediği her şeyden korktuğu gibi
Ve sokaklara çıkıyor
Sesinin yabancısı her kişi
Perdeler aralanıyor bir bir
Göz süzüyor yabancısına şehrin ışıkları
Yediğim küfürler cabası
 Sen bilmezsin bunları
Bir uyku almıştır çoktan seni
Ankara’yı da çamur gibi bir yağmur
Bir çift postal batıyor çamura,
Debelendikçe daha da batıyor
Ve mezar oluyor sokaklar aşka
En baştan,ve daha başlamadan

Ve gün olur, 
Uyanırsın Yağmursuz günlere…

17.10.2010

Birdenbire


Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.
Birdenbire,
Birdenbire;
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.

16.10.2010

Özlenen Sevgiliye

Bir şiirdir ömrüm,
Tamamını bir solukta okuyamadığım.
Sadece soluksuz mısralar takılır dilime,
Ana rahminden kalma ılık gecelerden.
Bugüne varan kadim yolculuktan.
Zamanın beyazı, şimdinin kumralı sayfalardan

Şairini de tanımıyorum henüz
Bekliyorum yine de gelişlerini
Yakışsa gerek eline kalem
Hüznü kurşun kalıplara dökerken
Efkârına suretlerden suret beğenirken
Öyle bir efkâr ki, yağmuru ağlatır şiiri
Ve zehreder ömrümü, eliyle kurduğu cenneti

Öyleyse bir ömür biç bana
Ya kurşun dök hiç olmayan nazarına
Ya da durma diz kurşununa

14.10.2010

Yosma’dır Artık Adı

Ankara’nın güzelleri uyumaz gece
Zehra da öyle

Dudağında alı al bir boya Zehra'nın
Edasında bir cilve emaneten
Teninde kader çiçeğinin kokusu
Kapıyı ardından kapattığında
Yosma’dır artık adı
Ve bir kâbusa dalar gibi
Dalar sonra gecenin karanlığına
Ayazına sevdalı gecenin

Ak bir patiskadır kırış kırış ve ıslak
Bir masa örtüsüdür desen desen, rengârenk
Ve bir çığlıktır duvarlarda yırtılan
Ama gözleri kapalıdır hala
Bir görse kendini
Ne güzeldir oysa

Kâbustadır ve birazdan uyanacak
Uyanacaksa da güneşi beklemeli
Güzel bir güne açmalı gözlerini

Ne Kalır
















Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.


13.10.2010

Yardan Gelen...

Verilmiş ama tutulmamış sözlerle başladı tüm hasretler, sevmekle başlayıp peşi sıra sarf edilen yeminlerle; hiç bırakmamaya, yanından ayrılmamaya dair. Karşınımızdaki ya unutkan bir sevgiliydi ya da ikiyüzlü. Pişman olunur mu bunu için? Kimse olmamıştır, olunsa bu satırların iki yakası kavuşur muydu, bu kadar soluksuz bırakır mıydı insanı?
Hasret ki bir uçurum kenarı, ölümle yaşam arasında kalın ve şakacı bir çizgi, yürümek zordur ama mecbur hissedersin bilinçsizce. Aşağıda yok olma isteği, arkandakiyse yokluk; hiç olmamıştır çünkü. Hasretse buradayım diye bağırır kulağı tırmalayan sesiyle, der ki ‘’oradan değil, şu yandan’’ aşağıyı göstererek. ’’yeter artık’’ artık demek vardı ya, neyse boş verme burhan bekle...

12.10.2010

Vira Bismillah

















 
Öyle bir şey ki bu bendeki
Derde deniz demek gibi bir şey
Beklemeden, düşünmeden
Dalmak sonra şuursuzca en derinine
Toprağı çoktan geride bırakmak
Unutmak onu ve üstündekileri
Ayaklarını hissetmemek
Balık olmak sonra
Ve belki ciğerine tuz basışı bir balığın
Bile bile

Güneşin ilk ışıklarıyla
Enginine açılan bir balıkçıyım kimi zaman da
Dertçi ya da
Yoksa dertli mi?
Dertli ama biraz da ümitli
Demir atıyorum bahtların en karasına
Vira bismillah
Ne çıkarsa bahtımıza



10.10.2010

Bir Sıkımlık Kurşun

Derdindeyim
Gün ışığına sevdalı sevdamın
Sabaha çıkar mı bilmem
Beklemekteyim
Evhamların ilhamı sarıyor dört yandan
Derken ölüm tek kurtuluş oluyor
Ecelin gelişi gibi gelmiyor beklenen
Su gibi gelse oysa
Ve alnımdaki ecel teri gibi düşmese
Süzülerek alnımdan denizinde kaybolmasa
Ter dediysek
Kanımdan damıtıyorum katre katre
Akabinde önce parmak uçlarım
Sonra tüm bedenim karıncalanıyor
Ruhumsa bir küheylan aksine
Ak patiska üstünde yan yatmış
Debeleniyor
Karanlık, biraz yorgun ama
Güzel gözleriyle bakıyor işte
Gülüyor hatta yarım yarım
Ölüm iyiliği mi dersin?
Benim demeye dilim varmıyor
Duvar saati, o eski koltuk ve tüm oda da
Susuyor tüm gerçeği, haykırarak

Ey Ruhum
Yine de var mı son bir isteğin?
— Tezelden bir sıkımlık kurşun!
Güneş doğmadan önce…

1.10.2010

Anna

Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna.Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.Sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.Piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. Kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.İşte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.İnsaf et Anna!Gidelim buradan.Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.Ölelim diyecektim az kalsın. Ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna.Sarılalım diyecektim az kalsın. İçimden böyle şeyler de geçiyor işte. Sarılalım, dudakların…Tamam sustum.Gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. Şiir kalsın istersen, sadece otursak. Oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut. Ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak. Yüzüme bak ama Anna, yüzüme bak. Gözlerime bak, gözlerimin içine bak.Gözlerim biraz karanlık. İçinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, Turgutlar, Edipler, Sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.Gözlerim biraz yorgun. İçinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…Bekleyişler Anna. Köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. Nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.Hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. Ama geçecek hepsi, geçecek. Şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.Gözlerimin içine bakmaktan korkma Anna.Sen adımını attığın andan itibaren Hira dinginliğine dönüşecek ortalık.Tanrı bizimle de konuşur belki.

1 ekim 2010

Derin mevzulardan bahsedemeyeceğim şu ara. Kafamı işgal eden başka konular var. Onlar da hayata dair ama. En azından benimkine. Bugünkü yazım kendim için gelsin o zaman. Bir şarkı da yollamalıyım kendime yazının en sonunda.
Neyse bugün günlerden belki de en boşu; kısaca özetleyeyim; bir önceki gece zaten uyuyamadığım gibi sabahın bir vakti kalktım derse gitmek için. Bu benim ilk sekiz kırk dersimdi.-chemical reactor design-.çok afili bence ismi. Bu üç kelime bence kimya mühendisliğinin özeti. Zaten bunları diyebiliyorsam şimdi, hem de bu blogda kafayı yemek üzereyim demek ki. Belki… neyse daha afili ve kapsamlı olan dersime girdim sonra; o da chemical enginnering design.Coal slurry ile aklınıza gelebilecek, uzatılıp da uzatılacak bir konu. Bir dönem boyunca ders kapsamında bunu göreceğiz. Hadi bakalım. Ali abinin yemeklerini de yedikten sonra; odama çekildim. Bir süre uyumaya çalıştım ama olmadı. Kalktım, facebookta dolandım, müzik dinledim sonra, müziği arka fonda bırakıp oyun oynamaya başladım-bilgisayar oyunu-.bir kahve koydum kendime. Sıkıldım. Sonra dün başlayıp bitiremediğim resmimi bitirdim. Uzunca bir süre dokunmamıştım kâğıda kaleme ama hala iş var bende. Kendimle gurur duydum. Akşam yemeği niyetine bir şeyler yedim; kepekli ekmek peynir domates, yoğurt. Sağlıklı yaşam hep bunlar. Kahvesizlikten kuduruyorum, keşke gündüz değil de şimdi içeymişim. Neyse baktım olmuyor kafamı meşgul edecek başka bir şey buldum, işte bu bloğu yazmaya başladım. Ve belki filiz izleyip, kitap okurum.
Günün sonunda derslerimi almış olmanın ferahlığı ve projelere arkadaşıyla ve konusuyla ısınmanın verdiği bir huzur var. Ha bir de gülçincan’la yarın göle gidiyoruz kahvaltıya.
Bugünden bahsettiysem geçen günü de anlatmalıyım. Ama şimdi değil, daha sonra