30.08.2011

Şeftali


Dadanmışken  mahallenin yeşil gözlü şairi
Utangaç kızları anımsatır
Dalında kızarmakta olan bir şeftali
Tanrı bilir ya,
Yüreğimden geçmiyor değilsin , ey sevgili
Ne mevsimi ne de yeri diyorsun ama
Yüreğimden  geçmiyor değilsin, ey şeftali



Ulu Orta


kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor 
her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, 
konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim 
sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma, üstü açık araba
dünya dediğin.

29.08.2011

Mühür gibi

 
“mühür gibi koy beni yüreğinin üstüne,
mühür gibi kolunun üstüne
çünkü ölüm gibi güçlüdür sevi”


Kirpiğine Şiir

Bir yanlışlık var her seferinde
Musanın elindeki asanın bir yılana dönüştüğü gibi
Dönüşmüyor kirpiklerin güzel bir şiire
Olan hep gece, hep gece
Kirpiklerin deyip durmaktayım
Bakışların deyip durmaktayım
Yazılmıyor şiir, olan yine gece
Ve Kahire laf eder durur arkamdan
Ben nasıl şairmişim
Neye sayılırsa sayılsın beceriksizliğim
Bilinmez ki
Kirpiğine sermest gecede hapisliğim
Her gece, ama her gece

28.08.2011

Hazerfen

Defol git başımdan Hazerfen
Sen değil miydin sanki
Göğü belleyeceğim bahanesiyle
Çabucak söküp de uçkurunu
Karış karış belleyen bu yedi memeli şehri
Ki bu şehir dünden hazır göğüslerini göstermeye
Çoktan açmış gömleğinin üsten iki düğmesini


Defol git başımdan hazerfen
Bir kıtadan bir kıtaya geçtin de
Nasıl geçebildin  İstanbul’dan
Hem de ulema öyle istedi diye
Bu şehri nikahına alsan ne çıkardı
Şimdi İstanbul'un yüreğine bir kule hiç saplamazdı

27.08.2011

Çilek


Biraz bahar gerekiyor bize
Bilmiyoruz henüz sevmeyi
Öyle sereserpe
Sürgün vererek
Bir çilek gibi

Ve tatmadık daha
Her baharda bir çileğin başına gelenleri

Ve onun daha bahar gelmeden
Alt dudağını gizlice kanattığını bilmiyoruz

Biraz bahar gerekiyor bize
Bir de öpülünce çilek gibi kızaran kadınlar
Renkleri öğretmeye kırmızıdan başlayan
...


İlhami Çiçek


















Biraz hüzünlenerek, biraz da iç çekerek
Her gün biraz İlhami, biraz Çiçek

26.08.2011

Budur Benim Çabam


Budur benim çabam, bu:
adanmak özlem çekerek
dolaşmaya günler boyu.
Güçlenip genişlemek derken,
binlerce kök salarak
kavramak hayatı derinden-
ve ortasından geçerek acının
olgunlaşmak hayatın ta ötesinde
ta ötesinde zamanın! ..

Somali

Ve çöl olmak gelir içimden
Ve Somali şimdi her ne ise
Ve Somali ölüyorsa
O kıvırcık saçlı siyahi çocuk ölüyorsa
Ve Tibet'in dua bayrakları gibi duran
Rengarenk anaları soluyorsa bir bir
Düşüyorsa ümitsizce
Kara ırkın cumaya dönmüş yüzleri
Tanrım, Sorma onlardan sabır
Şimdi, bir siyahi hikmetin zamanıdır
Yoksa ölmek gelir içimden
Ve çöl olmak
Ve Somali olmak
Vesaire vesaire

25.08.2011

Hamal

Bir şair çıkmıştı karşıma
Cebinde gezdirip durmuş da esmer bir aşkı
Bir hamal arıyormuş şimdi
Gönlünde taşımış olmamış
Sırtında olmamış
Kucağında hiç olmamış
‘kime sorsam ki’ dedi şair
‘Hangi hamal razı olur taşımaya
Bu aşkı elleri kirlenmeden’
‘ terli kasıkların şehveti ‘diye düşündüm
Diyemedim.
Oysa üstüne bir de para verirdi.
Yine de demek isterdim
Dert etme şair cebin zaten delik
Aşkın çoktan düşmüş sokaklara
Zavallı bir genelev müşterisinin elinde delik deşik

Toprak Ana


“Toprak, göğsünde hepimize acı çektiriyorsun; bizi mutlu kılmayacaksın, neden toprak diyorlar sana, biz neden doğduk? Biz senin çocuklarınız, toprak. “Mutluluk getir bize, bizi mutlu kıl!”

“Söyle bana, sevgili toprak, hangi ana böyle acı çekti, hangi ana oğlunu bu kadar kısa zaman gördü?” 

“ Toprak, toprak ana, göğsüne bastı bizi, dünyanın her köşesindeki insanları besle. Anlat onlara, sevgili toprak, anlat onlara.”

23.08.2011

Değirmen


...

Sen aşkın ne demek olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?...

Çooook desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu... Ve onu herhalde çok kucakladın... Geceleri buluşur ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir, hele adam genç olursa...

Yahut sevgilin seni sevmiyordu... O zaman ne yaptın? Geceleri ağladın mı?... Ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın değil mi?...
Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak senin için o kadar güç olmamıştır. İnsan evvel' kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.

Ha, sonra bir üçüncü, bir dördüncüye sevdin, ve bu böyle gidiyor. Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek mi dir?...

Çırılçıplak soyunarak şehrin sokaklarında koşabiliyor musunuz?...
Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu?
Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misiniz?
Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim...

Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekala, ikincisi ne? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?... Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?... Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır: kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun... Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun...
 

Siz sevemezsiniz adaşım, siz, şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler... Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnız bizler biliriz... Bizler: batı rüzgârı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka Allah tanımayan biz Çingeneler...Dinle adaşım, sana bir çingenenin aşkını anlatayım..

...

22.08.2011

İşim İş

Ben daha 15’imdeydim çıraklığımda
Elim başka iş tutmazdı diye
Kabul ettim işi güle oynaya
Zamanla bir Cemal Süreya boyu yol da aldım
21’imde kalfa, 25’imde ustaydım
Banamısın demezdi iş en çetin cevizinde bile

İyi iştir aşık olmak
Kaytarmaktır bir nevi dünyanın işinden
Temiz iştir de hani
Bir de akarı kokarı olmasa
Sevgilinin kokusu, peşi sıra bir hüzün akıntısı olmasa
Hiç durmadan gündüz gece yedi gün üç vardiya

Siz bakmayın bana güzel iştir aşık olmak
Rumeli’de bir şafak vakti daha da güzeldir
Tüm işçiler yollara dökülmüşken
Bir şair açık bir pencere kenarında işler durur şiirlerini
Çorapları kirli mi kirli
ve kül tablasında ezdiği nefesi



20.08.2011

Bir Rüyadan Uyanamamak

Zordur gündüz gözüyle bir rüyada yaşamak
Ve o rüya içinde tüketmek bir ömrü
Daha yaşlanmayı beklemeden
Hele sen Tithonus’a inat yaşarken gözümün önünde
Olabildiğince genç ve güzel
Zordur bir rüyadan uyanamamak

Bir Ses

Uzatma bu sürgünlüğü
Çölüm de sensin
Peşinden gittiğim mahşeri serap da
Amenna
Ama bir ses ver
Boynu bükük kalmasın diye
Mecnunun mezar taşı
Zira benim leylam sensin
Kervanları yolundan alıkoyan
Nereye kaçabilirim senin varlığından
Cennete kaçsam seni bırakıp
Sen ordasın çeşmibülbüller gibi
Cehennem yataklarına uzansam
En sisli gecede
Sen yine yanımdasın
Kalsam, bu dünyaya razı olsam
En ücra köşesinde
Bir sabah açsam gözlerimi
Sensizliğin buz kesen güneşine
Sesin kanatlarım olur
Açılırım bir denizin enginine
Bir ses ver ama
Uzatma bu sürgünlüğü
Sevmeyi öğütlüyordu ya hani üç büyük din
Onlar adına bir ses ver
Bitsin tükensin yakubun hüznü
İsanın çilesi
Bir ses ver
Ruhumun nafakası olsun
Ya da soluğundan ver güzelliğinin sadakasını
Soluğunda bir gülün kokusu
Gelgör ki senin bu suskunluğun
Bir dervişin önündeki  somun
Sündürmek için gözyaşıyla ıslattığı
Tatsız, yine de kutsal
O dervişin içe işleyen duası
Kırlangıçlarla göğe saldığı
Bir ses ver
Donbulsun artık
Bir mezarın bir aşığa ilhamı
Bitsin bu sessiz ölüm
Duvardan sağlam
Taştan dilsiz sessizliğin yankısı

19.08.2011

Beklenen


Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

(1937)
Necip Fazıl Kısakürek

Zamana Güzellik Kat (Cashback)

 
''Bir zamanlar aşkın ne olduğunu bilmek isterdim, aşk bulunmasını istediğiniz yerdedir, sadece güzelliğe sarmalanmış bir şekilde geçip giden saniyelerin arasına saklandığını görmeniz gerekir, bir dakikalığına durmazsanız onu kaçırabilirsiniz...''  
 






''Zamanı dondurmak istedim. O anın keyfini çıkarmak. O anı bir hafta boyunca yaşamak istedim. Ancak durduramadım. Sadece yavaşlatabildim. Göz açıp kapayana dek gitmişti.''






Aynı Daldaydık


Saat 21’i vuranda
Burada kan panalar çalardı
Burada…
Burada hasret ve dert
Sen nerdeydin?

Bugün…
Bugün görüş günümüz
Herkes geldi, sen nerdeydin?

Aynı daldaydık
Aynı daldaydık
Aynı daldan düştük ayrıldık
Aramızda yüzyıllık zaman
Yol yüzyıllık.

Tam yüzyıl..
Tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
Gözlerin içimde durmayalı.
Dokunmayalı sıcaklığına karnının
Tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
Aynı daldaydık
Aynı daldaydık
Aynı daldan düştük ayrıldık
Aramızda yüzyıllık zaman
Yol yüzyıllık.

16.08.2011

Puslu Kıtalar Atlası

-“Yaratılmamış olan” dedi, “Biz yaratılmamış olanı arıyoruz.”

-“Bu deyim seni korkutmasın. Çünkü fazlasıyla basit bir şeyden bahsediyorum. “Yaratılmamış olanı” anlaman için, önce “yaratılmış olan” ile kastedilen şeyi bilmen yerinde olur. Bir dokumacı için “yaratılmış olan” kumaş iken, “yaratılmamış olan” ipliktir. Çünkü onun yarattığı şey iplik değil, kumaştır. Ama bu kez iplikçi için durum farklı görünüyor. Çünkü o, yünü eğirip ipliği bükerken, yüne “yaratılmamış olan”, ipliğe de “yaratılmış olan” diye bakar. Oysa ipliğe dokumacı “yaratılmış olan” diyordu. Şu halde, üzerindeki elbisenin kumaşı, onu diken terzi için “yaratılmamış olandır”. Elkimyası için de durum buna benzer görünüyor. Çünkü kumaş nasıl ki iplikten meydana geliyorsa, aynı şekilde zaç yağı da kibritten meydana gelir ve ipliğin yünden meydana gelmesi gibi, kibritte lap taşından oluşur. Dokumacının kumaşı iplikten yarattığını biliyoruz. Peki, sence Tanrı dünyayı hangi şeyden yarattı?”

15.08.2011

Şehrin Hayaletleri

Dirilişimde yalnızdım. Sadece monologlarımın arasına sıkışmış sorUlarım vardı. Nasıl geldim o sokağın o noktasına bilmiyordum. Nerde ve ne üzerine başladı benim o noktaya kadarki küçük seyehatim bilmiyordum. Kendime geldiğimde arnavut kaldırımlı bir sokakta yürüyordum. Sokağın adı önemli değil. Adına ''aşina sokak'' diyelim. Hani o hiç geride bırakamadığım Rumeli şehrinin güzel sokaklarından biri sadece. Şehrin kalbindeydim. Gölgem upuzundu, vakit belli ki akşamüstüydü. Sokakta elindekileri taşımakta zorluk çeken yaşlı teyzeler, ellerinde pideleriyle evlerine yetişmeye çalışan bisikletli amcalar ve çocuklar vardı bir de bu çocukları eve çağırmakta olan çazgır kadınlar vardı. Pencerelerden süzülmesin diye güneşin son demi veyahut çocuk sesleri, allı morlu perdeler çekilmişti çoktan. İnsanoğlu yine sıyrıldı diye düşündüm o günkü tüm renklerinden, hayallerinden seslerinden. Neyse ki  ben bir hayalet gibi sessizdim ve saydam oldğumu düşünüyordum. Ta ki biri beni farkedene kadar. Artık ben de o renklerden biriydim. Ve belki de bir hikayenin başladığı bu yerde, bu şehrin kalbinde, kalbimi dinliyordum, diğerlerinin kalbimin sesi duyacağından korkarak...

Aydın mısın?



Aydın Mısın?
 
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen karakuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun ?
 
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
 
Tam çağı ise başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol…

14.08.2011

Elma

Sararıyor hayat
Bir agacın
Hiç bir insanın
Uzanmaya zahmet etmediği
Yerinden.
Mesela unutulmuş bir elmanın
Tutunduğu daldan.

Öyle sararıyor hayat
Susarak her çığlığını
Ve büyüterek içindeki ıslaklığını

Yaşamak Umrumdadır




Sabah şairin üstüne saldırıyor
yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk dahi sıyrılıyor topraktan
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
onu barutla karıştırıyor
ve zerdali çiçekleriyle.
Ahali kapısını taşlıyor onun
onun için develer kesiyor halk
aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi
topraktan sıyrılıyor.


Ben
topraktan sıyrılıyorum
buğular
ve aşiret rüzgarları kanımda.
Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damarında
hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde hep manalı bir uçurum.


Benim hayranlığımdan inlerdi şehir
ben atlara ve uzaklar hayrandım
kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar
ansızın patlak verirdi baharda.
Dudaklarımda çürükler vardı
dağ çiçeklerinden ötürü.
Irmaklara salardım kendimi
ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya
bana hain sevgilimdi.


Yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylan
beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
Yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık vereceğim


Sana bir karşılık vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken günler
ey taşan suların imkanı
ey taşan suların bekareti sana
bir karşılık vereceğim.


(1967)

12.08.2011

Vasiyet

Beni bırakıp gittiğin bu yatakta
Öyle bir yalnızlığım olacak ki
Ne zaman biri serse sert kemiklerini boş bir yatağa
Akla ilk gelen ben olacağım belki
Üşüyen bir insanın karı anımsadığı gibi

Yalnızlık anıtsal bir mezar taşı gibi duracak
Ve boylu boyunca bir ceset ,hemen önünde
Feri sönmüş bakışların,
Gölgesi düşecek her neşenin üstüne

Kimse girmesin dokuza kadar sayma zahmetine
Benim için derin bir kuyu kazmaya kalkışmasın
Daha sağlığımda akbabalarla bile anlaşmışken ben
Cesedimin üstüne
Sen de onlarla fırdön üstümde, gönlünce

Kanlara belenmişken cenabet cesedim
Benim sana tek vasiyetim, nefretim
Hiç durmadan bilediğim
Ve ölüyorum
İşte tam da o zaman
İhtimal ya, ağlayabildiğini farzediyorum,
Kirpiğinden damlayan çamur,
Günlerden solucanların bayramı olacak  biliyorum
Ölsem de gülümsüyorum
İşte sana bir ölü sevdiğim
Hem de güleoynaya
Sen daha uyanmamışken kimliksiz yataklarda
Ben yanına süzüleceğim
Seni yılan!Seni bir yılan gibi seveceğim
Tenimden soğuk öpüşlerle

Hüzün ve Serseri





















Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra?

Hey trenler, vapurlar beni burdan götürün!
Ne var gözyaşlarından çamurlar yuğuracak?
Arasıra der mi ki Agathe'ın ruhu, üzgün,
"Nedametten, azaptan ve ıstıraptan uzak
Hey trenler, vapurlar, beni burdan götürün."

Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet,
Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,

Ey her ruhun içinde bulunduğu saf şehvet,
Ey bir ömür boyunca gönül verilen şeyler!
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet!

Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların,
O koşuşlar, şarkılar, o demetler, buseler,
İnildeyen kemanlar arkasında sırtların,
Akşam, korkuluklarda şarap dolu kâseler,
- Âh o yeşil cenneti çocuksu sevdaların!

O bilinmez zevklerin yüzdüğü mâsum belde?
Çok daha uzakta mı yoksa Çin'den, Maçin'den?
Beyhude bir arzu mu inildeyen dillerde,
Canlanan bir hayal mi billûr sesler içinden,
O bilinmez zevklerin yüzdüğü mâsum belde?

11.08.2011

İnişine Şiir

Ah yağmur seni ne yapmalı?
Sen bu yaz gecesinin davetsiz misafiri
dinliyor olmalısın rutubetli duvarları
yıkık dökük kalp ağrılarını
ah yağmur seni ne yapmalı
hele havada bir sütün gibi inen her damlanı
o sütünların arasına hapsettiğimiz onca gözyaşını
her biri ayrı bıçak yarası
ah yağmur seni ne yapmalı
hele düştüğünü varsaydıklarımı
onlarda bıraktığın kimliksiz parmak uçlarını
bulutlardan mı sormalı?




La rosa enflorece - Luc Arbogast

Balzamin




Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
Bazı ağaçlara kapı komşu
Bazı çiçeklerin andırdığı
İş bu kadarla bitse iyi
Bir insan edinmişsindir kendine
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili
 

8.08.2011

Albatroslar



Bazen bir hayvandan bile öğrenebileceğimiz çok şey vardır sayın okuyucu.sonunda kendimizden utanma ihtimalini göze alırsak tabi. Bunu göze alamayacak insanlar akabinde bizlere pavlovun köpeğinin nasıl koşullandığını ya da kafeslerinde aç kalıp parmakları içlerine giremeyecek kadar ince borulardaki fıstıkları suyun kaldırma kuvvetini kulalnarak almayı başaran maymunlardan bahsedeceklerdir. Evet ama birazdan sizlere kendisinden behsedecceğim  bu  hayvan ne bir bilim adamınca koşullandırılmış ve adını edilgen biçimde olsa da bilim kitaplarına yazdırmış ne de bir açlıkla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Ömürlerinin sonuna kadar tek bir eşle yaşamayı seçmek, o eşi  de seçmek için yıllarca gökyüzünde uçmak ve buluncaya kadar da yere inmemek, çocukları için yaptıkları işbölümü hepsi onun doğasında var. İşte bu mükemmel hayvanın adı albatros sayın okuyucu.
Albatrosları daha iyi tanımak için belki de yaşadıkları coğrafyadan başlasak daha iyi olur. Albatrosların yaşadığı coğrafya Güney Okyanusunun, fırtınaların fırtınalarla çarpıştığı, o buzsu ve yalnız dünyadır. Sağuk buz tepelerinin soğuğunu sırtında taşıyan rüzgar albatrosun saatlerce gökyüzünde tek bir kanat çırpmasıyla uçmasını sağlayan rüzgardır da aynı zamanda. Çok az kanat çırpar. Gerisi rüzgarın ritmine kalmış.  Yumuşak kavislerle, kilometrelerce uçar. Saatlerce ya da günlerce değil, yıllarca uçar. Hiç konmadan, yıllarca. Boşuna değildir elbette bu çaba. Bir yıl önce vedalaştığı eşiyle buluşmak ya da hayatının boyunca kendisine eş olacak eşiyle tanışmak için yolundan sapmadan günlerce uçarlar. Hayatı boyunca çünkü  tekeşlidirler ve eşi öldüğünde bile başkasını aramazlar. Hatta bir daha ki sene eşleri bir balıkçı ağına veya kancasına takılıp buluştukları adaya hiç gelemeyecek olsa bile onlar mutlak yalnılzığı tercih ederler. Hiç bir aksilik çıkmayıp adaya ulaştıklarında ise erkek albatroslar adaya ilk gelen olur ve dişisi gelene kadar bir sene önce bıraktıkları yuvayı bulur ve onarır. Ve tabi ki dişi kuş da adaya indiğinde erkeğini ve yuvasını bulmakta en ufak bir zorluk çekmez. Ve hasretli bir kanatlaşma, koklaşma, gagalaşma...Sonrasında aşkalarını meyvesi için 78 gün boyunca sırayla kuluçyaya yatarlar. Bu Yavru dünyaya geldikten sonra da yaklaşık yedi hafta süreyle yanından hiç ayrılmadan onu beslerler.
Kış tamamen bastırdığında yavrularını yalnız bırakıp yiyecek bulmak için okyanusa açılırlar. Yavru her türlü hava koşuluna alışırken anne ve babası ona  her üç günde bir yiyecek getirir. Sonunda kış bitmiş ve yavru artık uçuşa hazır haldedir.  Kış günleri boyunca hareketsiz vücudu hantallaşsa da kanat egzersizleri ve yürüyüşlerle zayıflamaya başlar. Hazır oldğunda, hızlı adımlarla adanın yüksek kayalıklarından birinden kendini rüzgara bırakır. Uçar. Bu ilk uçuşundan sonra bir daha yıllarca hiç konmaz. O, soğuk okyanusta yorulmak bilmeyen yalnız bir kuştur. Rüzgarla okyanusla dalgayla tanışıklıktan sonra, öğrenmesi gereken ne varsa öğrenene kadar yaklaşık beş yıl geçer. Doğduğu adaya, tıpkı seneler önce kendi anne babasının yaptığı gibi hayatının tek eşini bulmaya gelir. Yine de çiftlerşmesi  için yedi yıl daha gerekir. Olgun bir albatros olduğunda ise hayatının tek bir aşka adanmış ritmi başlayacaktır. Bir albatrosun ömrü ise tüm sert hava koşullarına rağmen rüzgarın, dalganın, okyanusun tadını çıkartacak ve en önemlisi  eşiyle geçirecek mutlu bir hayata yetecek kadar  uzundur. Bir insan ömrü kadar; 70-80 yıl. Kendi eşiyle bir yavru sahibi olduktan sonrada yavruyu büyütmek için adada  12 ayını geçirecek sonunda eşine veda edecek,  Antarktika’nın soğuk ve sert rüzgârına dev kanatlarını serip okyanustaki yalnızlığına uçup gidecektir.


Asla bulamadılar beni

"Her gerçek şair devrimcidir"
 Lorca,




''Bir de baktım öldürülmüşüm.
Beni kahvelerde, mezarlıklarda, kiliselerde aradılar
ama bulamadılar.
Asla bulamadılar beni
Hayır. Asla bulamadılar beni''

6.08.2011

O ve Ben













 
Sana koşuyorum bir vapurun içinde
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak....

Hayır değil, değil sıcak
Dudakların hatırası;
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.

Dünyada büyük fırtınaların koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı,
Gözlerine bakmalıyım,
Sesini işitmeliyim.
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam onsuz edemem.

Bana su, bana ekmek, bana zehir;
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım.
Sensiz edemem

5.08.2011

Açlık

Açlık 

yalnızca açlık değildi,

ölçüsüydü insanın.

Ayten'in Ondördü

Gözlerimi kapıyorum
Ve sayıyorum O’na kadar
‘’O’’ deyince
Gözlerimi açıyorum,
Gerçeği çağırırken
Tekrar rüyada buluyorum kendimi
Karşımda Ayten
Görüyorum onu içime ışırken
Ayten ’in teninde bir ay
Çıplak şimdi bulutların gizlemediği teni
Beyaz, ışıltılı
Tenimle örterken her biz huzmesini
Sanki küçük bir kız çocuğu
Duyumsuyorum o dingin ve beyaz gücü
Ayten diyor ki
‘’Adım ayın on dördü
Sakın düş sanma gördüğünü’’

4.08.2011

Eğer

“Görünenle yetinirsen eğer sadece tırtılı bilirsin. Çirkindir ya tırtıl, gönlünü çelmez. Görünenin ötesine geçmek istersen eğer, aradan örtüyü kaldırıp da gönül gözü ile bakarsan, kelebeği bulursun karşında. Güzeldir ya kelebek, gönlün ona akar. Lakin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil tırtıla sevdalanırsın.“

1.08.2011

Karadut


Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.

Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
llgıt ılgıt buram buram

Netmiş, neylemiş, nolmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.

Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun

Sabah Türküsü

bir deniz üstündeyim, ne ucu var ne bucağı
bir rüzgâr önündeyim, gel keyfim gel
bir deniz üstündeyim, ne ucu var ne bucağı
bir sevda içindeyim, başım dumanlı

ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
bir iner bir çıkarım bu yokuşu
ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
kazanırım çocuklarıma ekmek parası

ben deniz üstünde, rüzgâr önünde
ben sevda içinde, tatlı türküde
inişte, yokuşta, ekmek parasında
iki oğlum var, mehmet'le ali
gönlümde bir dünya, pamuk gibi

İmlendim

Duyuyor musun?
O ışıltılı titreşimleri
Meleklerin ayak izleridir onlar
Ve her birinin her milimini görüyor musun?

Gece bir kenarda kestirirken
Yürüdüm koşar adımlarla
Ve geldim su gibi sızarak
Beni çağıran limanıma

Duyuyor musun?
Bil ki duyduğun bu ezan
Bir şehri tavaf ettirir
Bir minarenin etrafında

Hissediyor musun?
Tüm yapraklar uyandı benimle
Durdular sıra sıra
Ve yandılar koşulsuz şartsız

Görüyor musun?
Ben büyüyorum
Kesip parçalayarak günah yerlerimi
Ve ekleyerek tenime yeni bir ten

Duyma ya da,
Hissetme
Görme de!
Ama kalakal seni imleyende.
Orda yaşa.